Mülksüzler (Ursula K. Le Guin) | Kitap Yorumu

Yazar: Ursula K. Le Guin, Çevirmen: Levent Mollamustafaoğlu,
Yayınevi: Metis Yayınları

Mülk edinmek benliği mi besler, yoksa bencilliği mi? Peki insan doğası, onun özünde ne vardır? Sahip olmadan var olabilmek mümkün müdür? Mülksüz bir toplum düşünülebilir mi? Benim değil, bizim demek. Bağlanmamak, bağı hissetmek... İşlevsel olmak mıdır önemli olan, ilerlemek mi? Kişisel çıkarlar mı ön planda tutulmalıdır, toplumsal mı? Toplumsal çıkarlar toplumun her bireyi için eşitlik arz edebilir mi? Yoksa eşitlik, üst katmanlarda toplanmış bir tortudan mı ibarettir?

Urras ve Anarres birbirlerine bakan iki gezegen. Anarres, Urras’ın uydusu. Onları birbirinden ayıran bir duvar var. Nereden baktığına göre bu duvarın ayrıştırdığı yüzey değişiyor. Duvarın bir yüzeyi, Anarres’i evrenin geri kalanından ayırırken; diğer yüzeyi, evreni hapsediyor. Anarres’in kurak topraklarının üzerinde henüz genç olan bir toplum yaşıyor. Bu toplum Odoculuk adı verilen düşünce sistemini merkeze alarak varlığını sürdürüyor. Özgür bir toplum var etmeyi amaçlayan Odoculuk, Anarresli bir kadın olan Laia Odo tarafından oluşturulmuş bir düşünce biçimi. Bu düşünce biçiminde mülk kavramına yer yok. Odo’nun var etmeyi amaçladığı toplumda esas olan unsur, birlik bilinci. Üst veya alt tabaka yok. Zengin-fakir, imtiyazlı-dışlanmış yok. Bireyin özgür seçimleri merkeze alınmak kaydıyla belli kurallar bütünü dahilinde herkes toplumun ihtiyaç duyduğu her işte sırasıyla çalışıyor.

Kitabın ana karakteri olan Shevek başarılı bir bilim insanı. Fizik alanında yürüttüğü çalışmalar ile Urras’taki bilim insanlarının dahi ilgisini çekiyor. Bu başarı ile birlikte Shevek, on yıllar sonrasında Anarres’ten Urras’a yolculuk yapan ilk insan oluyor. Bu uzay yolcusu, Urras’ta büyük bir coşku ve misafirperverlikle karşılanıyor. En iyi yerlerde ağırlanıyor, en gösterişli toplantılara davet ediliyor, en zengin sofralarda bulunuyor. Peki ama diğerleri, aşağı tabaka nerede?

Shevek, anarşist bir toplumun yazılı olmayan kurallarını sarsmış bir anarşist. Çalıştığı zaman kuramına Urras’ın ileri gelenlerinin ihtiyacı var. Işık hızına ulaşmak mümkün mü? Yoksa bu düşünce yalnızca bin yıllar önce yaşamış bir bilim insanının kuramından mı ibaretti? Shevek bunu kanıtlayabilir. Ancak gücün anahtarını zihninde taşıyan bu adam, bir o kadar da tehlikeli. Çünkü Urras, Anarres’ten çok farklı. İnsanları da. Urras’ta yükselen isyanlar, bu uzak diyardan gelmiş misafir ile daha da şiddetleniyor. Urras’ın görünmeyen yüzünü merak eden Shevek’in yolu bu isyancılar ile kesişiyor ve Shevek, Odo’nun fikirlerini Urras’ın insanlarıyla buluşturuyor.

Kitabı uzun zamandır okumak istiyordum. Kitaba başlarken nötr kalmakta zorlanmıştım; çünkü kitaptan beklentim yüksekti. Kitaba adapte olmam ise açıkçası ilk bölümlerde biraz zor oldu. Yaratılan dünya çok gerçekti bu doğru; ancak sanki biz okurlar da o dünyanın bir parçasıymışız gibi düşünerek bir anda bizi kurgunun içine çekivermişti yazar. Bu durum da doğal olarak beni afallattı; burası da neresi, derken buldum kendimi. Bu his güzeldi ancak dediğim gibi kitabın kurgusuna tam olarak girebilmem için zaman gerekliydi. Nitekim zamanla, Mülksüzler’in iki gezegeni etrafımı çevrelediler. Hatta bir yerden sonra ben de Anarres ve Urras topraklarında soluk alıp veriyormuşum gibi hissetmeye başladım. Ciddiyim. Hatta kitaba her ara verişimde, sanki başka bir evrenden dönmüşüm gibi hissediyordum. Kurgu beni o denli çevreliyordu.

Kitabı çok beğendim. Gerek olay örgüsü ve karakterleri, gerekse kitabın felsefi boyutu bence gayet doyurucuydu. 

Siz kitabı okudunuz mu veya okumayı düşünüyor musunuz? Okuduysanız nasıl bulmuştunuz? Benimle paylaşabilirsiniz.

Hoşça ve kitaplarla kalın.

:)



ALINTILAR

''Düşünce çimen gibidir. Işığı arar, kalabalıkları sever, melezlenmek için can atar, üzerine basıldıkça daha iyi büyür.'' (sf: 69)


''Bilimsel gerçek, sonunda galip gelir, güneşi bir kayanın ardına gizleyemezsin.'' (sf: 127)


''İnsanı delirten, gerçeğin dışında yaşamaya çalışmak oluyor. Gerçek dehşet verici. İnsanı öldürebilir. Yeterince zamanı olursa kesinlikle öldürür. Gerçek acıdır - bunu sen söylemiştin! Ama insanı delirten yalanlar, gerçekten kaçışlar. Kendini öldürmek istemene neden olan o yalanlar...'' (sf: 145)


''Düşünceler baskı altına alarak yok edilemez. Onlar ancak dikkate alınmayarak yok edilebilir. Düşünmeyi reddederek - değişmeyi reddederek. İşte bizim toplumumuzun yaptığı da bu!'' (sf: 145)


''Özgürlük için eğitim yapmıyoruz. Toplumsal organizmanın en önemli etkinliği olan eğitim katı, ahlakçı ve otoriter oldu.'' (sf: 147)


''Eğer gereksinmem olmayan şeyleri alırsam, gereksinme duyduklarıma hiçbir zaman sıra gelmez!'' (sf: 157)


''Bağlanmaya gereksinmem var,'' dedi. ''Gerçekten bağlanmaya. Beden ve akıl bütün o yıllar boyunca bağlanmalı. Başka bir şey değil. Daha azı yetmiyor.'' (sf: 157)


''Senden korkuyordum. Hata yapmaktan değil. Hata olmadığını biliyordum. Ama sen - kendindin. Başkalarına benzemiyorsun, biliyor musun? Senden korkuyordum, çünkü benim eşitim olduğunu biliyordum!'' (sf: 159)


''Manzaralara ve yaşayan varlıklara ilgisi tutku düzeyindeydi. Yetersiz bir ifadeyle "doğa sevgisi" adı verilen bu ilgi, Shevek'e sevgiden çok daha geniş bir şeymiş gibi geliyordu. Göbek bağları hiçbir zaman kesilmeyen ruhlar var, diye düşünüyordu. Hiçbir zaman evrenden kopmuyorlar.'' (sf: 162)


''Shevek yaşamın bu kadar sınır tanımaz ve bereketli bir şekilde çoğalabileceğini, aslında yaşamın temel niteliğinin belki de bu bereket olduğunu hiç düşünmemişti.'' (sf: 162)


''Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirsen," dedi, "hep güzelmiş gibi görünür. Gezegenler, yaşamlar... Ama yakından bakıldığında bir dünya yalnızca toz ve kayadan oluşur. Günden güne yaşam daha da zorlaşır, yorulursun, ritmi kaçırırsın. Uzaklığı ararsın - ara vermeyi. Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısından bakmaktan geçiyor.'' (sf: 166)


''Burada her şey çok güzel. Güzel olmayan yalnızca yüzler. Anarres'te hiçbir şey güzel değildir, yalnız yüzler güzeldir. Diğer yüzler, erkek ve kadın yüzleri. Bizim onlardan başka bir şeyimiz yok. Burada siz mücevherleri görüyorsunuz, orada gözleri görürsünüz. Gözlerde de görkemi, insan ruhunun görkemini görürsünüz. Çünkü bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız özgürdür, hiçbir şeye sahip olmadıkları için özgürdürler. Siz sahipler ise sahiplisiniz. Hepiniz hapistesiniz. Herkes yalnız, tek başına, sahip olduğu yığınla birlikte. Hapiste yaşıyor, hapiste ölüyorsunuz. Gözlerinizde görebildiğim yalnızca bu - duvar, duvar!'' (sf: 197)


''Yirmi yaş dolaylarında öyle bir an vardır ki,'' dedi Bedap, ''yaşamının geri kalan kısmı boyunca ya herkes gibi olmayı, ya da farklılıklarını erdeme dönüştürmeyi seçmen gerekir.'' (sf: 215)


''Benim kadar ileri gitmek istemeyen hiç kimsenin beni gitmekten alıkoymaya hakkı yoktur.'' (sf: 306)


''Yok edemezsen evcilleştir.'' (sf: 311)


''Herhangi bir güneşin altında yeni bir şey olmadığını söylerler. Ama her yaşam, başlı başına her yaşam yeni değilse, neden doğuyoruz?'' (sf: 328)


''Gerçek yolculuk geri dönüştür.'' (sf: 329)



Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Kibrit Çöpleri (Murathan Mungan) | Kitap Yorumu

Yazar: Murathan Mungan, Yayınevi: Metis Yayınları

Kitap pek çok kısa öyküden oluşuyor. Bu öykülerin tamamına yakını yalnızca tek sayfadan ibaret. Tek sayfa; ama o tek sayfa, bize bazen karakterin bizzat kendisini, bazense biz okurlarına gösterdiği hissi detaylıca anlatmaya yetiyor. Gerçekten de öyle. Hani bazen olur ya, karakter kendini anlatır; ama işte sen aslında o an karakteri değil de kendini görürsün. İşte bazı öyküler de böyleydi. Kendimden bir şeyler bulabildiğim satırlarla doluydu kitap. Öyküleri tek başına bir yerlerde okusam ‘’güzelmiş’’ der geçerdim sanırım. Ancak böyle hepsini art arda okuyunca, belki de bu sıralar en çok ihtiyaç duyduğum şeyi almış oldum öykülerden: Anlaşılmak. Bir okura bir kitap en iyi nasıl yaklaşabilir ki daha başka? Bu nedenle benim severek okuduğum bir kitap oldu Kibrit Çöpleri. Aynı zamanda kalemini çok merak ettiğim Murathan Munganla da tanışma kitabımdı. Devamı da gelecek.

Hoşça ve kitaplarla kalın.

:)


ALINTILAR

''Bazı şeyleri bazı insanlarla konuşmanın hiçbir olanağının kalmadığı durumlar vardır. Bu da onlardandı.'' (sf: 10)


''Onun yalnızlığı kişiler arası kopukluktan kaynaklanan bir şey değildi. Bir ruh içi yalnızlığıydı onunki. Kendi ruhunun içinde yalnızdı.'' (sf: 15)


''İnsan, içi azaldıkça geçmişe sığınır ama geçmiş herkes için aynı zenginlikte olmayabilir.'' (sf: 17)


''Her şeyin sizden habersiz ama bu kadar sizde saklanmış olması. Her şeyin ama her şeyin günün birinde bir şey olmamış gibi saklandıkları yerden çıkıp apansız görünmesi. Bütün bunlarda öykü sanatını hatırlatan bir şey yok mudur?'' (sf: 39)


''En hüzünlü görünüşünde bile o hüznün üstesinden gelebilecek bir gücün varlığı titreşirdi; ulaşılmazlığı, yalnızlığı seçmişlerin taşımayı bildikleri sihirli bir güç.'' (sf: 47)


''Dalıp gittiği sayfaların birinde karşısına çıkan bir cümle, aniden bir yeri derinden kesilmiş gibi canının yanmasına neden oldu. İlk sızıdan sonra kolay sarılabilir sanılan yara kesiği giderek dalga dalga büyüyen bir acıya dönüştü içinde.'' (sf: 61)


''Benim gerçeğime bu kadar yabancıyken, neyin bana iyilik olacağını nereden biliyorsun?'' (sf: 73)


''Eski bir yürek alışkanlığıyla hâlâ severim onu.'' (sf: 78)


''İçindeki ejderha uyandığında üstündeki ağırlık da kalkıyor. Senin ağırlığın dünyanın yükü değil, kendi göz kapakların. Gözünü kendine açmıyorsun sen. Göz koyduklarını o uyandığında alacaksın dünyadan. "O" dediğim, kendi gündüzüne kör göz kapakların. Gündüz karanlığı seninki. Hangi yola çıksan elinden bakır yapraklar dökülüyor yerlere. Dalgınlıklar yok artık sana, kimseye küsmeyeceksin, öylesine affetmişsin dünyayı, sıkıntılar yok, yeni bir kapıdan başka bir dünyaya gireceksin.'' (sf: 85)


''İnsanlara ağır gelen gerçeklerdir, sırlar değil. Bu yüzden gerçekleri sırlaştırırlar. Katlanabilmek için. Var olmaya, yaşamaya katlanabilmek için.'' (sf: 95)


''Gün içinde yaşadığınız, üzerinde durmaya değmez sandığınız, hemen herkese önemsiz görünen onca ayrıntının, gündelik tekrarın, alışkanlığın bir öykü cümlesinde tam da sizin düşündüğünüz gibi capcanlı ifade edildiğini okuduğunuzda, hayata ilişkin bir mutluluğa kapıldığınız olur mu sizin de? Elinize kâğıt kalem alıp, bir cümle olarak ifade etmeyi akıl bile edemeyeceğiniz önemsizlikte sıradan bir âna, bir duruma edebiyatın kazandırdığı değer, gündelik hayatın en azından bazı yanlarını yeniden sevdirmez mi insana?'' (sf: 96)


Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Yıldız Lejyonları (Kameron Hurley) | Kitap Yorumu

Yazar: Kameron Hurley, Çevirmen: Ayhan Semih Koç,
Yayınevi: Eksik Parça Yayınları

Kitap iki karakterin bakış açısıyla anlatılıyor. Zan ve Jayd. Bu iki karakteri çevreleyen dünya, pek çok uzay gemisinden oluşan ve bu gemilerin canlı birer varlık gibi nefes alıp verdikleri, kanadıkları, hatta hastalanıp öldükleri bir yer. Bu dünyada yalnızca kadınlar yaşıyor. Bu kadınlar, dünyanın ihtiyacı olan şeyleri doğuruyorlar. Bazen bir çocuk, bazen alet edevat, bazense bizzat yeni bir dünya.

Zan ve Jayd ortaklar. Amaçları kitabın sonuna kadar okurlarının gözünde netleşmiyor. En azından benim gözümde kitabın sonundayken bile ne yapmaya çalıştıkları gizemini korudu... Lejyona isyan, gizli kapaklı planlar, hasta dünyadan kaçıp yeni dünyada özgür bir yaşam... Bunlar güzel fikirler, karakterler de fena değil; ancak eksik. Sanki yazar yazdığı taslağın üzerinde hiç düzenleme yapmadan aklına gelen her şeyi yazmış ve kitap olarak bastırmış gibiydi. Potansiyel barındıran yaratıcı bir kurgu, keza aynı şekilde potansiyel barındıran gözü kara ve dişli karakterler; ancak yarım. Havada hep bir belirsizlik var. Neyin ne olduğunu yazar biliyordur şüphesiz ancak bir okur olarak ben yazarın zihnini okuyamayacağım için doğal olarak kitapta yazılanlardan okuduklarım kadarını anlayabiliyorum. Bu kitabı ise tam olarak anlamamış gibi hissediyorum. Çünkü kafamda oturmamış parçalar var.

Benim için düzenlense sağlam bir kitap çıkabilir kategorisinde (öyle bir kategori mi vardı???) bir kitap oldu. Film olarak uyarlansa onu da ilgiyle izlerim gibi hissediyorum. 

Hoşça ve kitaplarla kalın.

:)


ALINTILAR

''Hepimiz lejyonun hizmetkârlarıyız, bazılarımız diğerlerinden biraz daha fazla. Gücümüz, köleliğin doğal bir durum değil, öğrenilmiş bir durum olduğunun farkında olmamızdan geliyor. Bizim gücümüz, her şeyi yeniden yapabileceğimizi bilmekten kaynaklanmaktadır.'' (sf: 55)


''Canavarlar söylendiği gibi dünyanın karnında yaşamazlar. Onlar içimizde yaşarlar. Canavarları biz yaparız.'' (sf: 144)


''Dinliyorum,'' diye yanıtlıyor. ''Dinlemediğimi sandıklarında insanları dinliyorum. Hayatta kalmanın sırrı budur. Çok bilip az göstermelisin.'' (sf: 157)


''Yaşamakla hayatta kalmak arasında bir fark var,'' diyorum. ''Ben yaşamak istiyorum, Das Muni. Ya sen?'' (sf: 173)


''Dünyanın bundan daha iyi bir yer olduğuna inanmak istiyorum.'' (sf: 195)


''Sevmeye zorlamak kolaydır ama sevgiyi doğurmak çok zordur.'' (sf: 204)


''Hangi rolü oynadığına dikkat et. Oynadığın kişiye dönüşmek sandığından çok daha kolaydır.'' (sf: 226)


''Dünyalar ölüyor, çünkü kaynakları paylaşmıyoruz,'' diyor onlara. ''Şimdi hayatta olmamızın tek nedeni, güçlü olmak için başkalarıyla birleşmeye istekli olmamızdır.'' (sf: 300)


''Ben sadece kendime aitim, bir başkasına değil.'' (sf: 339)


''Sevgi sanırım. Sadece sevgi. Korku bu dünyaya çok fazla hükmetti.'' (sf: 367)


''Sevdiğim bir şeyi kaybetmek yüreğimi parçalardı. İyileşmesi hiç kolay değildi, ızdırap vericiydi. Sevgi, beni en büyük ordudan bile daha kolayca harap edebilirdi.'' (sf: 402)


''Sen daima kendinin en büyük düşmanıydın. Burada ve şimdi bile.'' (sf: 410)


''Şimdi olduğum kadını seçiyorum, bir zamanlar olduğum kadını ya da olabileceğim kadını değil.'' (sf: 411)


''Bir şeye en baştan başladığınızda, küçük şeylerden başlamalısınız.'' (sf: 422)


Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? (Perihan Mağden) | Kitap Yorumu

Yazar: Perihan Mağden, Yayınevi: Can Yayınları

Hayatları kaçmakla geçmiş bir anne ve kız. Ev dedikleri yer, birbirlerinin yanı. Otel odalarında konaklıyor, o oteli ‘’eskittikten’’ sonra başka bir otelin yolunu tutuyorlar. Onlara dair pek bir şey bilmiyoruz ama aslında pek çok şey biliyoruz. Bir aradalar ve bu en önemli şey onlar için; bu kesin. Peki ama nedir onları birer yolcu kılan? Daimi birer yolcu olmaya mahkum eden? Anılar.

Bambim, diyor annesi kızına. Bambi isimli çocuk kitabının karakterinden alıyor ismini küçük kız. O da annesinin savunmasına gereksinim duyan bir yavru ceylan çünkü. Korunmasız, habersiz dünyadan ve onları arayanlardan. Annesi pek bir şey açıklamıyor Bambi’ye. Bilme sen, diyor, tanıma kötülüğü. Gözlerini ve kulaklarını kapatıyor Bambi, annesi onu savunurken. Annesi, yavrusunu her şeyden koruyor. Tüm dünyadan. En çok da kendi geçmişinden koruyor kızını. Tıpkı Bambi’nin de annesini koruması gibi. Varlığıyla.

Kitap pek çok bölümden oluşuyor. Bu bölümlerin çoğu Bambi’nin ağzından anlatılan anılardan meydana geliyor. Bambi ve annesi birlikte pek çok yer görüyor, dünyanın pek çok yerindeki pek çok farklı otelde kalıyor ve bir sürü anı biriktiriyorlar. Bu anıları okurken Bambi ve annesinin arasında geçen diyaloglardan annenin geçmişini öğreniyoruz azar azar. Diğer yandan ara ara başka insanların gözünden anlatılan bölümleri okuyoruz. Bu bölümlerde başkalarının gözünden anne ve kızı görüyoruz. Bambi aşırı güzel bir kız çocuğu. Fazla güzel, fazla nahif, fazla dikkat çeken. Annesi fazla sert bir kadın; fazla korumacı, fazla öfkeli. Kendi dünyalarında yaşayan bir ikili Bambi ve Annesi. Dünyalarını çevreleyen geçmiş peşlerinde, oradan oraya kaçıyorlar kitap boyunca.

Kitabı geçtiğimiz ay okumuş, hemen ardından da dizisini izlemiştim. Dizinin başrolünde Melisa Sözen'in oynaması diziyi merak etmemi sağlamıştı. Ancak diziyi izlemeden önce, uyarlandığı kitabı okumak istiyordum. Bir gün kütüphanede dolanırken bu kitap karşıma çıktı. Tahmin edersiniz ki, havalara uçtum. Kitabı elimden bırakamadan okudum. Baştan sona merak unsurunu ön planda tutan, akıcı ve özgün bir kurguya sahip olduğunu düşündüğüm bir kitaptı. Kitabı okumamın üstünden fazla zaman geçmeden sıcağı sıcağına dizisini de izlediğim için detaylara hakimdim. Dizinin başarılı bir uyarlama olduğunu düşünüyorum. Replikler dahi kitaptaki cümlelerden seçilmişti, öyle söyleyeyim. Bunun dışında, başrol olan iki oyuncunun, anneyi canlandıran Melisa Sözen'in ve Bambi'yi canlandıran Eylül Tumbar'ın performansını da başarılı buldum ve role uygun olduklarını düşünüyorum. Sadece, ben kitabı okurken Bambi'yi daha küçük yaşta hayal etmiştim. Oysa karaktere hayat veren oyuncu genç birisiydi. Ama bu benim için büyük bir sorun olmadı. Kitap mı, dizi mi dersek; ''kitaaapp'' derim. :) Ancak bu, diziyi başarısız bulduğum anlamına gelmiyor. Yine de eğer konusu ilginizi çektiyse, önce kitabı okuyup ardından uyarlaması olan diziyi izlemenizi öneririm. Böylece diziden de daha çok keyif alabileceğinizi düşünüyorum.

Peki siz kitabı okudunuz mu? Okuduysanız nasıl bulmuştunuz? Diziyi izlediniz mi? Düşünceleriniz neler? Benimle paylaşabilirsiniz.

Hoşça ve kitaplarla kalın.

:)



ALINTILAR

''Biz yalnızca birlikte yaşadıklarımızı hatırlayacağız Annecim. Tüm o güzel şeyleri. Senin bana Bambi'yi okuduğun geceleri.'' (sf: 13)


''Bazen zaman çok yavaş akıyor.

Yapışkan bir şeye dönüşüyor zaman. 

Ruhumuza yapışıyor pençelerini geçirip.'' (sf: 19)


''Görmek istemediği şeyleri, görmüyor insanın gözü. Yüreği.'' (sf: 28)


''Peki sen mutsuz musun Annecim? Hep mutsuz musun?'' (sf: 31)


''Bizi hor görmeye teşebbüs ediyorlar," diyor Annem. "Belledikleri kalıbın dışında olduğumuz için bir nevi cezalandırmaya. Ne kadar çirkin, ne kadar ayıp!'' (sf: 35)


''Bir asfalt taşı bağlanmış gibi içime. Yukarılara çıkıp nefes dahi alamıyorum.'' (sf: 57)


''Nefesini çalıyor sigaralar Annemin. Annemin nefesini çaldıkları için sigaralardan nefret ediyorum.'' (sf: 62)


''Benim evim, yurdum, dünyam ve okyanusum sensin.'' (sf: 75)


''Korku öyle bir şey. Bir kere nüfuz etmişse ruhuna, en umulmadık anlarda pençelerini geçiriverir yine. Korkunun lekeleri hiç çıkmaz, yalnızca büyür de büyür kendi kendine.'' (sf: 77)


''Neleri unuttuğumu dahi unuttum.'' (sf: 77)


''Bırak hayat altında bir okyanus gibi sallasın seni. Sen deniz yatağının üstündesin. Yavaş yavaş sallanıyorsun. Nereye götürürse götürsün, önemi yok. Bırak zaman aksın gitsin. Kötü zamanlardan uzaklaş deniz yatağının üstünde. Salına salına sakinleş, uzaklaş.'' (sf: 126)


Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Popüler Yayınlar