Japon Sevgili (Isabel Allende) | Kitap Yorumu

Yazar: Isabel Allende, Çevirmen: İnci Kut, Yayınevi: Can Yayınları

Alma ve Ichimei'nin yarım asırdan fazla süren aşk hikayesini işleyen kitabın arka planında 2. Dünya Savaşı sahnelerine şahit oluyoruz. Her şey İrina isimli Moldova göçmeni genç bir kadının bir huzurevinde hasta bakıcı olarak işe girmesiyle başlıyor. İrina çalıştığı bu yerde oldukça etkileyici ve yanına yaklaşması bir o kadar zor olan Alma isimli yaşlı bir kadınla tanışıyor ve ek iş olarak bu kadının sekreterliğini yapıyor. Bir yandan Alma'nın yardımcılığını yaparken, diğer yandan Alma'nın torunu Seth ile birlikte Alma'nın anılarını derleme işinde görev alıyor. Kitapta geriye dönüş tekniği kullanılarak zaman sıçramaları yapılmış. Kitaptaki olay akışı doğrusal çizgide bir zamanda ilerlemiyor. Yeri geldiğinde kitaptaki olayların şimdiki zamanı olan 2013 yılında yaşananları okuyor, yeri geldiğinde Alma'nın çocukluk ve gençlik yıllarına gidiyoruz.

Alma, henüz sekiz yaşındayken İkinci Dünya Savaşı'nın olumsuz etkilerinden korunmak için nazilerin işgal ettiği Polonya'dan teyzesi ve eniştesinin yaşadığı ABD'ye göç ediyor. Ailesini geride bırakmak zorunda kalan küçük Alma, ABD'de teyzesi, eniştesi ve kuzenleriyle birlikte yeni bir yaşama başlıyor. Bu aile zamanla onun da çekirdek ailesi oluyor. Ailesinden ve yuvasından uzak düşmek zorunda kalmış bu küçük kız, yeni yaşantısının ilk yıllarında çok zorlanıyor. Her ne kadar teyzesi ve eniştesi onu kendi çocuklarından ayırmasalar bile, Alma evini özlüyor. Onun bu zor günlerinde ona iyi gelen iki kişi bulunuyor: Kuzeni Nathaniel ile bahçıvanın oğlu Ichimei. Bu iki çocuk aynı zamanda Alma'nın yaşamında kilit rol oynayacak iki isim oluyor.


Kitabı çok severek ve merakla okudum. Kitabı elime aldığım her seferde acaba ne olacak diye düşündüğümden elimden bırakamıyordum. Kitap içeriğinde bir aşk hikayesini işliyor olsa da, aslında tarihi olayları konu ediniyor. Alma'nın çocukluk ve gençlik yıllarını kapsayan İkinci Dünya Savaşı yılları, savaşın toplumsal ve bireysel etkilerini görmemizi sağlıyor. Kitapta nazilerin işgalleri daha geri planda tutulurken, ABD'nin ülkedeki Japon kökenli insanlara uyguladıkları politikalar daha ön planda işlenmişti. Açıkçası bu benim için yeni bir bilgiydi. İkinci Dünya Savaşı'nda ABD'nin Japonlar üzerinde gerçekleştirdikleri uygulamaları bu kitap sayesinde öğrendim. 

2. Dünya Savaşı yıllarında Pearl Harbor Saldırısı'nın ardından Japon kökenli Asyalı insanlar ister ABD vatandaşı olsunlar, ister olmasınlar ABD hükümeti bu insanları toplumdan tecrit ederek kamplarda göz altında tutuyorlarmış. Ichimei ve ailesi de Japonlar. Bu nedenle onlar da alelacele bu kamplara götürülüyor ve hayatları altüst oluyor. Savaş, dünyanın diğer ucuna kaçmış Alma'nın bu yeni evinde de sevdiği insandan ayrı düşmesine neden oluyor. Kitabı okurken savaşın yıkıcı etkilerini görüyoruz.

Kitaptaki karakterleri genel olarak sevdim. Alma'yı da çok sevdim. Ancak Alma'nın özel yaşantısında yaşadıklarını onaylamıyorum. Bu benim için bir ilkti bile diyebilirim. Normalde Alma nefret ettiğim tüm davranışlara başvurmuş, önyargıyla yaklaşacağım bir karakterken, onu en başından itibaren sevmiştim. Kitapta yaşananları adeta bir gözlemci olarak izlemişim gibi hissettim. Yer yer duygudaşlık hissetsem de, genel olarak olayları onaylıyorum\ onaylamıyorum bakış açısından çıkarak, daha geniş bir pencereden okudum. Ayrıca şunu da eklemeden geçmek istemiyorum; bence Alma gerçekten şanslı bir karakterdi. Sevdiği ve gerçekten sevildiği, üstüne üstlük sevildiğinden emin olduğu, bir yaşam sürdüğü için Alma'yı en şanslı karakterlerden biri ilan ediyorum.

Kitapta Alma'nın yaşam öyküsünün yanı sıra diğer karakterlerin yaşadıklarını da okuyoruz. İrina her ne kadar yan karakter gibi gözükse de, onun yaşadıkları da kitapta önemli yere sahipti. O da Alma gibi çocukluğunu başka bir savaşın etkisinin sürdüğü topraklarda geçirmişti. Moldovalı olan İrina, Transdinyester Savaşı'nın yaşandığı yıllarda doğmuştu. Ancak o, Alma gibi şanslı değildi. İstenmeyen bir çocuk olarak dünyaya gelmek, fakirlik, çocukluk yıllarında yaşadığı cinsel istismar, psikolojik ve fiziksel şiddet... Onun hikayesini burada uzun uzun anlatmayacağım ama tüm bunlar malesef ki gerçek hayatta da var olan durumlar. 


Alma ile İrina'nın bir araya gelmesinin bu bakımdan ikisine de yardımcı olduğunu düşünüyorum. Vermeyi bilmeyen yaşlı bir kadın olan Alma ile almayı bilmeyen genç bir kadın olan İrina'nın birbirlerinden çok şey öğrendiklerini düşünüyorum. Kitapta farklı kuşaklardan karakterleri bir arada görüyoruz. Ama burada bir kuşak çatışmasından ziyade, insanın yaşam evrelerinin altı çiziliyordu. Gençken her insan aynı olmadığı gibi, yaşlıyken de aynı değildir. Kimisi 25 yaşında 55 yaşında gibi davranırken, kimisi 85 yaşında 25 hisseder. Ancak önemli olan sanki bu da değildir. Belki de önemli olan tek şey, geriye dönüp baktığında sahiden yaşanmış bir hayatı görmekten başka hiçbir şey değildir.  

Bunun yanı sıra, Alma'nın torunu Seth ile İrina sahnelerini de tatlı bir heyecanla okudum. Kitap genel olarak gerçek hayattan kopmadan olayları kurgulaştırsa da, Seth'in bir hayal ürünü olduğuna eminim... Değilse de, 777. :)

Kitabı ben çok sevdim. Merak edenlere öneriyorum.

Hoşça ve kitaplarla kalın.

:)


ALINTILAR

''Başkalarının sorunlarının kimsenin umurunda olmadığı ve dillendirilmeyen üzüntülerin sonunda dağılıp gittiği inancıyla, acılarını tek başına ve ağırbaşlılıkla hazmetmeyi öğrenmişti.'' (Sayfa 54)


''Hangi yaşta olursa olsun, insanın hayatta bir amacı olması şarttır. Pek çok hastalık için en iyi tedavi yolu budur.'' (Sayfa 77)


"Adı nedir?" diye sordu küçük kız. 

"Neko. Japonca'da kedi demek." (Sayfa 99)


''...beklendiği şekilde ağlamadı, çünkü onca yıl boyunca duygularını bastırmayı öyle iyi öğrenmişti ki artık onları ifade etme yeteneğini kaybetmişti.'' (Sayfa 158)


''Alma'nın sevildiğini bilme ihtiyacı doymak bilmiyordu.'' (Sayfa 180)


''Takılarımdan ve halka küpelerimden bir kez sıyrıldıktan sonra kim olduğumu keşfediyorum; bu oldukça ağır ilerleyen bir süreç, ama son derece yararlı.'' (Sayfa 184)


''İkimiz de yaklaşık sekiz yaşında olduğumuzdan beri seviyorum onu...'' (Sayfa 185)


''Önyargılar sizi mahveder, aşkınızı öldürürdü.'' (Sayfa 186)


''Hayat ne çabuk geçiyor Lenny!'' (Sayfa 187)


''Dikkatimi bedenime vermeyi öğrendim. Bedenimiz bize her şeyi haber verir, mesele onu dinlemekte.'' (Sayfa 188)


''Alma, herkesin ruhunda kaçıp sığınabileceği bir bahçesi olduğunu söylüyordu...'' (Sayfa 191)


''Hepimiz mutlu olarak doğarız. Hayatta yol aldıkça hayatımız kirlenir ama onu temizleyebiliriz. Mutluluk, haz gibi ya da neşe gibi coşkulu ya da gürültü patırtılı değildir. Sessizdir, sakindir, yumuşaktır, insanın kendi kendisini sevmesiyle başlayan içsel bir doyum durumudur. Benim seni sevdiğim gibi ve seni tanıyan herkesin, özellikle de Alma'nın torununun seni sevdiği gibi sevmelisin kendini.'' (Sayfa 207)


''Kalbimin sesini duyuyor musun? Seni çağırmakta.'' (Sayfa 236)


''Hesap edecek olursa, seksen küsur yıllık hayatında pek az kişiyi sevmişti, ama bunlar son derece yoğun sevgiler olmuş, gerçeklerin her saldırısına meydan okuyan vahşi bir romantizm içinde o insanları idealize etmişti.'' (Sayfa 263)


''Doğrusunu istersen ne kadar yaşlanırsam kusurlarım o kadar hoşuma gidiyor. Yaşlılık, insanın canının istediği gibi olabildiği ve canının çektiğini yapabildiği en güzel zamandır.'' (Sayfa 264)


''Birbirimizi sevmemizin kaderimiz olduğunu pek çok kez söyledik, daha önceki hayatlarımızda sevdik birbirimizi, gelecek hayatlarda da buluşmayı sürdüreceğiz. Ya da belki geçmiş ve gelecek diye bir şey yoktur da her şey evrenin sonsuz boyutları içinde eş zamanlı olarak gerçekleşiyordur. Eğer öyleyse sürekli olarak birlikteyiz, sonsuza kadar.'' (Sayfa 333)


Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.




Vanya Dayı (Anton Çehov) | Kitap Yorumu

Yazar: Anton Çehov, Çevirmen: Ataol Behramoğlu,
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Hayatlarından memnun olmayan karakterlerden oluşan dört perdelik bu oyun, bir çiftlikte geçmektedir.  Karakterlerin hepsinin kendince uğraştığı şeyler vardır ancak hiçbir karakter hayatta gerçekten istediği amaçlar uğruna çalışmaz. Oyuna da ismini veren Vanya dayı (Voynitski), boşa geçip gitmiş gençliğini dile getiren bir karakterdir.

Emekli bir profesör olan Serebryakov, ömrünü akademiye adamıştır. Ancak hasta ve yorgun düştüğü yaşlılık yıllarında istediği ilgiyi göremez. Belki de bu nedenle hep hasta ve yorgundur... Serebryakov'un kendinden bir hayli genç eşi Yelena Andreyevna güzel ve alımlı bir kadındır. Çevresindeki herkesi güzelliğiyle etkiler. Ancak Yelena da ömrünü kendinden uzakta, boş avuntu ve anlık tatminlerle tüketmektedir. 

Profesörün ilk evliliğinden olan kızı Sonya akıllı ve çalışkan bir genç hanımdır. Taşra hayatına sıkışıp kalmış bu genç kadını heyecanlandıran tek şey, kasaba doktoru Astrov'dur. Astrov orta yaşlarında, yakışıklı, duyarlı ve çalışkan bir hekimdir. Tüm yaşamı işi olmuştur. İşinden arta kalan zamanlarda ise kasabayı ağaçlandırmak için uğraşır. O da kendini tıpkı Sonya gibi kendinden oldukça farklı ve duyarsız olduğunu düşündüğü insanların arasında sıkışmış olarak görür. İdealistliği yıllar içinde yavaş yavaş sönmüştür.

Kitapta içinde bulunduğu tekdüze yaşamı kabullenmiş iki karakter bulunur: Evin yaşlı dadısı Marina ile yoksullaşmış bir toprak ağası olan Telyegin. İkisinin de teslimiyetçi bir yapıda olduğunu görürüz. Yaşamlarını olduğu haliyle kabullenmişlerdir. Diğer karakterler ise içlerinde hala bir şeylerin değişebileceğine dair umut taşımaktadırlar.


Kitabı diğer Çehov oyunlarını olduğu gibi ilgiyle okudum. Bu oyunun pek çok kişiye hitap edebileceğini düşünüyorum. Çünkü pek çok kişinin kendinden parçalar görebileceğini, malesef ki, düşünüyorum. Hepimiz yaşamlarımızı öyle ya da böyle sürdürüyoruz. Ancak bu, ''öyle gelmiş böyle de gider'' bakış açısı, yaşamımızın merkezinde yer aldığında kendi yaşamımızdan uzakta bir yaşamı bir çeşit alışkanlıkla sürdürmek durumunda kalıyoruz. Sonra geçip giden yıllar beraberinde gençlik yıllarını da götürdüğünde bir suçlu bulma ihtiyacı içinde panikliyoruz. Oyunun karakterlerinden biri olan Voynitski'nin (Vanya dayı) yaptığı da buydu. Boşa geçirdiği yılları için bir suçlu aramak. Suçlu bulmak çoğu durumda kolay olsa da, geçmiş gitmiş durumları geri getirmediği apaçık. Belki de bu noktada şunu düşünmeliyiz diye düşündüm kitabı bitirmemin hemen ardından: Kendi yaşamım için tam şu anda ne yapabilirim? Tam şu anda...

Kitabı okurken karakterlerin tam da bulundukları andan itibaren kendi yaşamlarını seçmelerini diledim. Oldu mu dersiniz... Devamı kitapta diyelim.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


ALINTILAR

''Şu anda yaptığın, bir zamanki görüşlerini suçlamaktan başka bir şey değil... Oysa suçlu onlar değil, sensin. Görüş denilen şeylerin, kendi başlarına ölü harflerden başka bir şey olmadıklarını unutmamalıydın... Eylemde bulunmak gerekirdi...'' (Sayfa 13 - Mariya Vasilyevna)


''Kendisine verilen şeyi çoğaltması için mantıkla, yaratıcı güçle donatılmıştır insan, ama bugüne kadar hep yaratacağına yok etti. Ormanlar gitgide tükeniyor, ırmaklar kuruyor, av hayvanlarının kökü kurudu, iklim bozuldu, yeryüzü günden güne yoksullaşıyor, çirkinleşiyor.'' (Sayfa 17 - Astrov)


''Bir kayın fidanı dikip de nasıl yeşerdiğini, rüzgârda nasıl salındığını gördüğümde içim gururla doluyor...'' (Sayfa 17 - Astrov)


''Yüzünüzü, davranışlarınızı dışarıdan bir görebilseniz... Yaşamaya üseniyorsunuz sanki! Ah, nasıl bir üşengeçlik bu!'' (Sayfa 18 - Voynitski)


''...hepinizin içinde bir yıkma, yok etme şeytanı var. Ne ormanlara, ne kuşlara, ne kadınlara, ne de birbirinize acıyorsunuz...'' (Sayfa 18 - Yelena Andreyevna)


''Yaşlanınca çocuklaşır insan, kendisine acınsın ister, gel gör ki yaşlılara kimsenin acıdığı yok.'' (Sayfa 26 - Marina)


''Kültürlü, akıllı bir insansınız İvan Petroviç. Dünyayı haydutların, yangınların değil de, nefretin, düşmanlığın, bütün bu küçük didişmelerin mahvettiğini anlamanız gerekir...'' (Sayfa 27 - Yelena Andreyevna)


''Bunun yaşla ilgisi yok. İnsan gerçekten yaşamayınca seraplarla avunur. Ne de olsa, tam bir hiçlikten iyidir.'' (Sayfa 32 - Voynitski)


''Bir insanın her şeyi güzel olmalıdır. Yüzü, giyimi, iç dünyası, düşünceleri... Çok güzel bir kadın, buna kuşku yok, fakat... yemekten, uyumaktan, çevrede dolanmaktan ve güzelliğiyle hepimizi büyülemekten başka yaptığı bir şey yok... Hiçbir yükümlülüğü yok. Başkaları çalışıyor onun için... Öyle değil mi? Ama bence aylak bir yaşam temiz olamaz.'' (Sayfa 35 - Astrov)


''Zarif bir insansınız, sesiniz öyle tatlı ki... Hatta tanıdığım herkesten daha yakışıklısınız. Neden içki içen, kâğıt oynayan sıradan insanlara benzemek istiyorsunuz? Hayır, yalvarırım böyle davranmayın. İnsanların bir şey yaratacak yerde Tanrı'nın verdiğini de yıkıp yok ettiklerini söylersiniz hep. Öyleyse neden, neden yıkıp yok ediyorsunuz kendinizi?'' (Sayfa 36 - Sonya)


''Ama sen yeteneğin ne olduğunu bilir misin? Gözü peklik, özgür bir kafa, geniş görüşlülük demektir yetenek... Bir ağaç dikiyor ve bin yıl sonra neler olacağını görüyor şimdiden, insanlığın mutluluğunu görür gibi oluyor. Böyle insanlar azdır, onları sevmek gerek...'' (Sayfa 41)


''Can sıkıntısıyla tembellik bulaşıcıdır.'' (Sayfa 46 - Sonya)


''Bence gerçek, niteliği ne olursa olsun, belirsizlik kadar korkutucu değildir.'' (Sayfa 49 - Yelena Andreyevna)


''İçimde dünyadan başka bir gezegene yuvarlanmışım gibi bu duygu var.'' (Sayfa 59 - Serebryakov)


Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Gizli Bahçe (Frances Hodgson Burnett) | Kitap Yorumu

Yazar: Frances Hodgson Burnett, Çevirmen: Osman Çakmakçı,
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Küçük Mary yalnız bir çocuktur. İlgisiz anne ve babası onun bakımını Hintli yerlilere bırakmıştır. Sevgisiz büyüyen ve etrafa emirler yağdırmaya alıştırılmış bu küçük kız, küçük kızlardan beklenmeyecek ölçüde aksi ve memnuniyetsizdir. Hindistan'da baş gösteren kolera salgınında ailesi dahil herkesin ölümüne şahit olan Mary'i askerler ıssız bir evde bir başına bulurlar. Kimsesiz bu küçük kızın hayattaki tek akrabası İngiltere'deki eniştesidir. Hindistan'dan İngiltere'ye giden Mary'i pek çok sürpriz bekler. Yüzlerce odası olan yasaklarla dolu bir malikane, duvarlarla çevrelenmiş bir sürü bahçe, kambur ve korkutucu bir enişte, geceleri koridorlardan yükselen ağlama sesleri... Ve on yıldır tek bir kişinin bile adım atmadığı, girilmesi kesinlikle yasak olan gizli bir bahçe. Kitap boyunca Mary'nin İngiltere'deki bu yeni evinde yaşadıklarını okuyoruz.


Bir kitap ne kadar çok sevilebilirse Gizli Bahçe'yi o kadar çok sevdim. Kah üzüldüm, kah güldüm. Ama en çok da heyecanlandım. Kitabı okurken içimi tatlı bir heyecan kapladı. Bazı kitaplar okurlarına bazı değişik hisleri hissettirirler. Yaşamda kısa bir anlığına duyulan ama tüm benliğimizde hissedilen huzur anları gibi. Bu kitabı okumak tıpkı yavaş yavaş kızıllaşan bir gökyüzündeki günün ilk ışıklarının doğuşunu izlemeye benziyordu. Mary tanıdığım hiçbir küçük kıza benzemiyordu. Ama yine de o da tüm çocuklar gibi meraklıydı. Yeni evinde keşfedilecek şeylerin peşinden giderken onun da yavaş yavaş ışıldamaya başladığına tanık oldum. Tıpkı kuzeni Colin gibi.

Kitap çocuk edebiyatında özel bir yere sahip olsa da aslında yazıldığı ilk dönemde yetişkinler için yazılmış. Kitabı okuduğumda bunun nedenini anladım. Bence de kitabı büyük küçük her yaştan okur okuyabilir ancak özellikle de yetişkinlerin bazı yerlere ayrıca dikkat ederek okuması gerektiğini düşünüyorum. Mary, Colin ve Dickon'un aracılığıyla çocukların 'Sihirli' dünyasına bizi davet eden bu güzel kitap, bizlere bildiğimizi düşündüğümüz ama bilmiyor gibi davrandığımız şeyleri gösteriyor. Çocukların parayla satın alınabilecek onlarca şeyden önce en en en başta sevgi ve ilgiye ihtiyaç duyması ve insanın da her ne kadar bu gerçeğe sırtını dönse bile, doğanın bir parçası olmasından mütevellit doğaya kendini açtığında baharda canlanan ağaçlar gibi canlanması gibi şeyleri gösteriyor. Ayrıca hayatımızı pozitif düşüncelerin olumlu, negatif düşüncelerin olumsuz etkilediği fikri de kitapta işlenen ve katıldığım bir diğer durum.

Benim için Gizli Bahçe, okurunu daha iyi bir insan olması için dürtükleyen kitaplar kategorisine giren, hoş bir kitaptı. Velhasıl kelam, kitabı çok sevdim.

Hoşça ve kitaplarla kalın.

:)


ALINTILAR

''Mary durup dinledi ve nasıl olduysa kuşun neşeli, dostça şarkısı onu memnun etti. Huysuz, küçük bir kız da kendini yalnız hissedebilirdi; büyük ve her yanı kapalı bir ev, bomboş bir fundalık ve büyük, çıplak bahçeler ona bu dünyada kendisinden başka hiç kimsenin kalmadığını düşündürmüştü. Eğer sevgisini gösteren ve sevilmeye alışık bir kız olsaydı kalbi burulabilirdi; ama ''Bayan Mary çok da aksi'' olsa bile kimsesizdi ve parlak göğüslü küçük kuş, kızın asık yüzünde neredeyse bir gülümsemeye neden oldu.'' (Sayfa 33)


"Somurtkan ihtiyarın yıpranmış yüzündeki ifadenin değişmesi kızı şaşırttı. Yüzüne usul usul bir gülümseme yayılan bahçıvan artık epey farklı görünüyordu. İnsanın gülümsediğinde daha sevimli görünmesi ne kadar tuhaf diye düşündü kız. Bunu daha önce hiç düşünmemişti." (Sayfa 34)


''Hiçbi' şey ona ip atlamaktan daha iyi gelmez. Bi' çocuğun sahip olabileceği en iyi oyuncak. Bırak açık havada ip atlasın, bacaklarını, kollarını açar, onları kuvvetlendirir.'' (Sayfa 69)


''Hiçbir şey temiz topraklar kadar güzel kokmaz, üzerine yağmur yağmış taze çiçekler hariç tabii. Yağmurlu günlerde fundalıklara gezmeye çıkarım ve çalıların altında uzanıverip fundaların üzerine düşen damlaların yumuşacık sesini dinler ve koklar dururum. Annemin dediği gibi, burnumun ucu bir tavşanınki gibi titrer.'' (Sayfa 100)


''Etrafta böyle çiçekler varken, bunca dost canlısı yabani hayvan kendilerine yuva yapmak için koşuştururken veya şarkı söyleyip cıvıldayarak yuva yaparken kimsenin aksi olmasına gerek yok, dimi?'' (Sayfa 103)


''Seni sevdim ve sen sevdiğim beşinci kişi oluyorsun. Hiçbir zaman beş insanı sevebileceğimi düşünmemiştim.'' (Sayfa 103)


''Yağmur yağarken güneş parlar, güneş parlarken de yağmur yağar ve tohumlar toprağın altında uğraşıp didinir, sonra dışarı fışkırırlar,'' dedi Mary. ''Bahçe gizli kalırsa, biz de içeri girebilirsek her şeyin her gün daha da büyüdüğünü seyredebiliriz, kaç tane canlı gül olduğunu görebiliriz. Anlamıyor musun? Ah, gizli kalırsa ne kadar da güzel olacağını anlamıyor musun?'' (Sayfa 126)


''Bencil insanlar hep böyle söyler. Onların istediğini yapmayan herkes bencildir.'' (Sayfa 158)


''Annem bi' çocuğun başına gelebilecek en kötü iki şeyin hiç kendi haline bırakılmaması ya da tamamen kendi haline bırakılması olduğunu söylüyo.'' (Sayfa 171)


''Dickon eğer arkadaşsanız her şey sizi anlar diyor, ama bunun için gerçekten arkadaş olmak gerekirmiş.'' (Sayfa 175)


''Elbette dünyada sayısız Sihir olmalı,'' dedi bir gün bilgiç bir tavırla, ''ama insanlar bunun neye benzediğini veya nasıl yapılacağını bilmiyor. Belki de başlangıç, güzel şeyler meydana gelinceye kadar güzel şeyler olacağını söylemektir sadece.'' (Sayfa 221)


''Sağlıklı çocukların gülmesi her gün ilaç içmelerinden iyidir.'' (Sayfa 232)


''İnsanlar bilinmeyen yeni bir şeyin yapılabileceğine inanmayı ilk başta reddederler, sonra bunun yapılacağını ummaya başlarlar, daha sonra da yapılabildiğini görürler. Yapıldıktan sonra da bütün dünya bunun neden yüzyıllarca önce yapılmadığına şaşar.'' (Sayfa 259)


''Üzücü veya kötü bir düşüncenin zihninize girmesine izin vermek, kızıl mikrobun vücudunuza girmesine izin vermek kadar tehlikelidir. İçinize girdikten sonra orada kalmasına izin verirseniz, yaşadığınız sürece ondan asla kurtulamayabilirsiniz.'' (Sayfa 259)


Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.




Vişne Bahçesi (Anton Çehov) | Kitap Yorumu

Yazar: Anton Çehov, Çevirmen: Ataol Behramoğlu,
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Kitapta, Rusya'nın değişen toplumsal, politik ve ekonomik düzenine uyum sağlayamayan bir ailenin yaşadıkları anlatılmaktadır. Evin babası ve küçük oğlunun ölümüyle Rusya'yı terk eden L. Andreyevna ve ailesi, yıllar sonra evlerine geri dönerler. Ancak hiçbir şey bıraktıkları gibi değildir. Dahası aile, servetlerinin büyük bir kısmını kaybetmiştir. Çok kıymet verdikleri vişne bahçesi dahil, ellerindeki mülkler teker teker satılmaktadır.  Bahçenin akıbeti hakkında değişen düzene uyumlu kararlar alamayan, eski toplum düzeninde ve eski güçlü günlerinin hayalini sürdürmekte direten aile zor günler geçirmektedir.


Kitap bir çırpıda okunabilecek akıcı bir dile ve sürükleyici bir işleyişe sahip bir tiyatro metni. Ancak gelelim görelim ki, kitapta okumayı beklediğim o sarsıcı etkiyi pek de hissedemedim. Kitabın tiyatro olarak sahnelenmiş halini izlemenin daha etkileyici olabileceğini düşünüyorum. Çehov'un daha etkileyici bulduğum eserlerini de okumuştum. Bu kitapta ise konuşmalar daha ziyade nükteye kayan, daha hafif etkilere sahip diyaloglardan oluşuyordu. Bu diyalogları okumak keyifliydi orası ayrı ama daha derin işlenmiş bir metin okumayı ummuştum diyebilirim.

Kitapta özellikle de Trofimov karakterinin konuşmaları üzerinden Rus toplumunun yapısını görebiliyoruz. Bu durum diğer karakterlerin topluma ne kadar uzak ve ne kadar kendi dünyalarında olduğunu da daha net görmemizi sağlıyor. Aynı şekilde en dipten bir bey olmaya kadar yükselen Lopahin karakterinin aldığı akıllıca kararlar da, önemli olanın şartlara uyumlu hareket etmek olduğunu gösteriyordu. Babası ve dedesi köle olan Lopahin, köleliğin kaldırılmasının ardından yükselen burjuvazinin getirdiği yeniliklere uygun adımlar atarak ilerlerken; aile, ellerinde avuçlarında bir şey kalmamasına karşın, eski düzeni sürdürmekte diretiyordu. Andreyevna'nın kardeşi Gayev'in eski varlıklı günlerini canlandırmak için düşündüğü beceriksiz girişimler de olaylara gülünç bir yan katmıştı. Ailenin yaşlı uşağı Firs, köleliğin kaldırılmasını bir çeşit felaket olarak nitelendiren, eskinin güvenli limanlarını özgürlüğe yeğleyen bir adamdı. Firs üzerinden kanıksanmış eski düzenin etkilerini, diğer çalışanlar üzerinden ise değişimin etkilerini görebiliyorduk. 

Bana göre kitabın açık ara en etkileyici kısmı, ağaçların kesildiği kısımdı. O kısımlarda yerinden sökülen ağaçların seslerini neredeyse duydum diyebileceğim kadar etkilendim. Yerinden sökülen ağaçlar, köklerini geride bırakan aileye gönderme yaptığı gibi; bir devrin sona erdiğini ve geçmişin izlerinin her yönüyle, hatta acı verici denebilecek ölçüde, silindiğini de vurguluyordu.

Vişne Bahçesi, ironili anlatımıyla güzel bir toplumsal eleştiri olsa da, benim için ortalama bir kitap oldu. 

Hoşça ve kitaplarla kalın.


ALINTILAR

''Ah bir uyuyabilsem!'' (Sayfa 6 - Anya)


Firs: Vişne kurusu da bir yumuşak, bir sulu, bir tatlı, bir kokulu olurdu ki o zamanlar. Yapmanın yolunu yordamını bilirlerdi... 

L. Andreyevna: Ne oldu şimdi bu yol yordama? 

Firs: Unutuldu. Kimse anımsamıyor. (Sayfa 17)


L. Andreyevna: Herhalde öğrenci değilsinizdir artık? 

Trofimov: Sanırım sonsuza kadar öğrenci kalacağım ben... (Sayfa 24)


''Para yok bende cancağızım.'' (Sayfa 24 - L. Andreyevna)


''Ne kadar renksiz bir yaşamı var hepinizin, ne kadar çok boş laf ediyorsunuz.'' (Sayfa 40 - L. Andreyevna)


''Benim tanıdığım aydınların büyük çoğunluğu hiçbir şey araştırmaz, hiçbir şey yapmaz ve şimdilik kıllarını bile kıpırdatmazlar. Kendilerini aydın diye adlandırırlar ya, hizmetçi kadını "sen" diye çağırır, köylülere hayvana davranır gibi davranırlar. Doğru dürüst öğrenim görmezler, ciddi hiçbir şey okumazlar, hemen hemen hiçbir şey yapmazlar, bilimin sadece sözünü ederler, sanattan pek az anlarlar. Hepsi ciddidir, hepsinin yüzünden düşen bin parçadır, ciddiyet konusunda hiçbiri burnundan kıl aldırmaz, durmaksızın felsefe yaparlar... Ama tüm bu aydınların gözleri önünde işçiler çok kötü beslenmekte, yastıksız uyumakta; tahtakurularının cirit attığı, leş kokulu, rutubetli, ahlaksızlığın hüküm sürdüğü tek göz odalarda otuz kırk kişi barınmaktadırlar. Nereye baksak karanlık, rutubet, ahlaksızlık... Ve çok açık bir şey ki, bizde tüm iyi konuşmalar, sadece ve sadece başkalarını ve kendimizi kandırmak içindir.'' (Sayfa 45 - Trofimov)


''Namuslu, dürüst insanların ne kadar az olduğunu anlamak için herhangi bir iş yapmaya kalkışmak yeter.'' (Sayfa 45 - Lopahin)


''Hepinizi, bugün yaşamakta olanlarınızı ve daha önce yaşamış atalarınızı, canlı insanların mülkiyetine sahip olmak çarpıklaştırdı... Ve böylece, anneniz, siz ve dayınız, başkalarının hesabına, borç karşılığında, kapınızın eşiğinden bile içeri sokmadığınız başka insanların sırtından yaşadığınızın farkında bile değilsiniz... En azından iki yüz yıl kadar geri kaldık. Henüz hiçbir şeyimiz yok. Geçmişe yönelik belirli bir görüşümüz yok. Sadece felsefe yapıyor, tasadan yakınıyor ya da kafayı çekip duruyoruz. Çok açık bir şey ki, bugünü yaşamak için önce geçmişin kefaretini ödememiz, onun hesabını görmemiz gerekir.'' (Sayfa 50 - Trofimov)


''Uzun süre, yorgunluk nedir aklıma getirmeden çalışıp didindiğimde, düşüncelerim kuş gibi hafifler, mutlu olurum ve neden var olduğumu biliyormuşum gibi gelir bana da.'' (Sayfa 79 - Trofimov)


''Yaşam geçip gitti, hiç yaşamamışım gibi.'' (Sayfa 93 - Firs)


Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Past Lives | Film Yorumu


Yönetmen: Celine Song

Senarist: Celine Song

Yapımı: 2023 - Güney Kore, ABD


''Kore’de bir tabir var. In-Yun. ‘’Yazgı’’ anlamına geliyor. Ya da ‘’Kader.’’ Ama bilhassa insanlar arasındaki ilişkiyi ifade eder. Sanırım Budizm ve reenkarnasyondan geliyor. Sokakta birbirinin yanından geçen iki yabancının kıyafetlerinin birbirine sürtünmesi In-Yun’dır. Çünkü bu, geçmiş yaşamlarında mutlaka bir ilişkileri olduğu anlamına gelir. Eğer iki insan evlenirse bunun In-Yun’ın 8000 katmanı sayesinde olduğu söylenir. 8000’i aşkın yaşamın.'' 


Kaynak: Pinterest

Nora (Greta Lee) ve Hae Sung (Yoo Teo) yakın iki arkadaştır. Bir gün Nora'nın ailesinin Kore'den Kanada'ya göç etmeleri ile birlikte ikili birbirinden ayrı düşer. Aradan geçen on iki yıldan sonra birbirlerini internetten bulurlar ve sanal yollarla görüşmeye başlarlar. Ancak Nora'nın Amerika'da, Hae Sung'un ise Kore'de bir hayatı ve planları vardır. Kendilerine bir hayat oluşturma telaşında olan bu iki gencin yolları bir kez daha ayrı düşer. Bu ayrılığın ardından geçen on iki yılın ardından ikili artık orta yaşlarına gelmiştir ve yolları bir kez daha kesişir. 

Buna yazgı mı denir emin değilim. Ancak bazen yüreğimize dokunan bazı insanlar olur. O insanları hayatımızın bir döneminde tanırız. Bu kısacık bir zaman dilimini kapsasa ve hatta başkalarına göre elle tutulacak kadar büyük yaşantılar yaşanmasa bile, bazen bazı kişiler kalbimize dokunur. Tıpkı In-Yun felsefesinde geçen ''kumaşların sürtünmesi'' gibi. Belki de yüreklerin kumaşları birbirine uyar ve bu temas ile birlikte kalbimizde iz kalır.

Filmi çok severek izledim. Benim için uzun olan bir süredir film izlememişken, şimdi gerçekten izlemekten keyif aldığım bir filmi izlemek iyi geldi. Kendimi yenilenmiş hissediyorum desem yeridir. Aslına bakarsanız filmin çok sıradan bir konusu var. İki çocuğun yolları ayrılır ve yıllar sonra birbirlerini bulurlar. İlk aşk mı? Evet ama bundan ibaret değil. Replikler ''vaov' demelik değil veya çok farklı bir bakış açısı da sunmuyor film. Sadece hissettiriyor. Bazı filmler böyledir. Sadece hisleri verir. Karakterin bir bakışında görürsün o hissi. Bazen söylediklerinde ama en çok da sustuklarında görürsün. Araya giren sessizliğin süresi bile anlamlıdır bazen. Pek çok ''vaov'' diyeceğimiz replikten daha çok sarsar izleyicisini. Bu film böyleydi benim için. Yaklaşık iki saatin nasıl geçtiğini hiç mi hiç anlamadım. Benden size hafta sonu için bir öneri olsun o halde.

İyi seyirler.

:)


Past Lives 2023 (Original Motion Picture Soundtrack) dinlemek için tıklayabilirsin.


Not: Bu film yorumu yazısı reklam değildir, film önerisidir.




Şifacının Kalbi (Duygu Emanet) | Kitap Yorumu

Yazar: Duygu Emanet, Yayınevi: Kitap Müptelası Yayınları

Ölüm Terzisi yıllar sonrasında yeniden gücünü toplayarak yeryüzüne inmenin planlarını yapar. Etkisi altına aldığı çıraklarıyla karanlığını her yana ulaştırmaya çoktan başlamıştır. Dünya olanca hızıyla karanlığa teslim olurken, kötülük ve umutsuzluk her yana yayılır. Ülkenin dört bir yanından gelmiş Ruh Budayıcılar, Bilge Akbara'nın söyleyeceklerini merakla beklemektedirler. Karanlığın yayılmasını geciktirmek için Ruh Budayanların önlerinde fedakarlık isteyen büyük bir seçim vardır. Çünkü Ruh Budayanlar, diğer insanlardan farklıdırlar. 

Hayatlarının belli bir döneminde güçleri açığa çıkan bu özel görevli insanların fiziksel özellikleri gibi hayatlarının akışı da değişir. Bu insanlar güçlerini diğer insanların yaşamlarını kolaylaştırmak ve içlerindeki iyiliği açığa çıkarmak için kullanırlar. Tıpkı Şifacılar gibi. Şifacılar da özel güçlere sahip insanlardır. Şifacılar, insanların fiziksel ve zihinsel acılarını iyileştirme yeteneğine sahip empatik, şefkatli ve fedakar insanlardır.

Karanlıkla olan savaşta Ruh Budayanlar, Şifacılar, olağanüstü yeteneklere sahip diğer türler ve insanlar bir arada omuz omuza savaşacaklardır. Her şey Bilge Akbara'nın kararıyla başlar: ''Felaket kapıya dayandı ancak yıkımı önlemek için hala bir şansımız var. Bu kez budanacak ruhlar sizinki olacak ve ruhlarınızdan tohum elde etmek icap edecek. Havaya, suya, toprağa gömülecek olan tohumlarınız iyilik ağını oluşturacak ve felaketi erteleyecek'' (sf: 13).

Ruhlarını tohum olarak teslim eden Ruh Budayanlar yeryüzünün farklı köşelerinde hasat edilmeyi beklerler. Yaydıkları titreşim karanlığı yavaşlatmakta ancak yok edememektedir. Şifacı Ubin, Prens Çelekan, karanlığa hapsolmuş Rubaro ve savaşçılardan oluşan özel bir grup, ruh tohumlarını bir araya getirip Ölüm Terzisiyle savaşmak üzere uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkarlar. Kitap boyunca da bu grubun başından geçenleri okuyoruz.


Kitabı büyük bir heyecanla okumaya başladım ve merakla da okumayı sürdürdüm. Bu heyecanımın sebebi ise kitabın yazarının, yazılarını okumayı çok sevdiğim bloggerlardan biri olan sevgili Duygu Emanet olmasıydı. Kendisinin bloğuna ulaşmak için şuraya tıklayabilirsiniz. Öncelikle kendisini tebrik ediyor ve başarılarının devamını diliyorum. Sonralıkla ise :), kendisine bana imzalı bir kitabını hediye ettiği için bir kez daha çok teşekkür ediyorum. 


''Umudu hayal edin sadece.''


Kitapta en sevdiğim durum, olayların geçtiği atmosferin anında etrafımı kaplaması oldu diyebilirim. Her şeyi sanki ben de o mekandaymışım gibi algılayarak okudum. Aynı şekilde karakterlerin doğal oluşu da sevdiğim bir diğer durum oldu. Karanlık ve aydınlığın iç içe geçtiği bir kurguda çeşitli özelliklere sahip birbirinden farklı karakterlerin yer alması, olayların sürükleyiciliğini artırmıştı. Ubin'in dostluğu, Çelekan'ın karizması, Rubaro'nun azmi (ve tatlılığı diyerek genelleyelim de spoiler olmasın :) ve İnume'nin cesur ve aynı zamanda utangaç kişiliği bana çeşitli duyguları bir arada hissettirdi. Özellikle de kitabın sonlarına doğru olayların nasıl bağlanacağını öğrenmek için merakla sayfaları çevirdim. Kitaba dair getirebileceğim eleştiri ise, bazı olayların çok hızlı geçilmiş olduğunu düşünmem diyebilirim. Bazı bölümlerde çok fazla olay art arda verilmişti. Bu noktalarda olayların biraz daha birbirinin içine geçmesi ve yavaşlaması, olayların daha açık olması açısından daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum.


Benim beğendiğim bir kitap oldu. Yaratıcı bir kurguya ve akıcı bir dile sahip olduğunu düşünüyorum. Yazarımızın başka kurgularını okumayı da heyecanla bekliyorum.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


ALINTILAR

''Boş yere çabaladığını düşünüyor ama ümitsizliği kendine yakıştıramıyordu. Her ne olduysa son aylardaki kadar insanların boşluğa düştüğünü görmemişti. Elinden bir şey gelmemesi onu üzüyordu.'' (Sayfa 7)


''Gelecek artık herkese çok uzak bir kavram gibi geliyordu.'' (Sayfa 11)


''Ama her gücün karşısında onu bastıracak başka bir güç vardır. Son ana kadar umudu korumak görevimiz.'' (Sayfa 61)


''Dilinle kalbin aynı şeyleri söylemiyor gibi.'' (Sayfa: 126)


''Her şeyi değiştirmek senin elinde. Geçmişinin gölgesinde kalmamalısın.'' (Sayfa: 137)


''Rubaro'nun gözleri yıldızlara kaydı tekrar. Işıltılı gökyüzüne dalınca geçmiş ve gelecekten kopuyor, düşüncelerden sıyrılıyordu.'' (Sayfa: 159)


''Başka biri gibi olmana gerek yok. Seni sen yapan özelliklerinle benzersizsin zaten, önemli olan da bu.'' (Sayfa: 221)


Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Popüler Yayınlar