Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde (Olga Tokarczuk) | Kitap Yorumu

Yazar: Olga Tokarczuk, Çevirmen: Neşe Taluy Yüce,
Yayınevi: Timaş Yayınları

Janina Polonya'nın bir köyünde yalnız yaşayan yaşlı bir kadındır. Bu köyde kışlar soğuk, karanlık ve yalnız geçmektedir. Tekinsiz bu atmosferde bir sabah Janina, bir ölüm haberiyle uyanır. Koca Ayak ismini taktığı komşusu korkunç bir şekilde ölmüştür. Bu ölümün ardını başka korkunç ölümler daha izler. Ölen tüm isimlerin ortak noktası, doğaya ve hayvanlara karşı verdikleri zarardır. Köydeki nüfuz sahibi avcılar teker teker ölmektedir ve Janina bütün ölümlerin tanığıdır. Kitap boyunca, ana karakter olan bu yaşlı kadının ağzından olan biteni okumaktayız.

Kitaba dair en sevdiğim şey Polonya Edebiyatı'na ait olmasıydı diyebilirim. Farklı bir milletin edebiyatından eserler okumak bana sanki o toprakların rüzgarını getiriyormuş gibi hissettiriyor. Bu kitabı okurken de aynı hisle doldum. Anlatımı akıcı, kurgusu sürükleyici bir kitaptı. Her ne kadar kitapta şüpheli ölümler ön planda olsa da, kitap bir dedektif romanı havası taşımaktan ziyade ana karakterin iç dünyasını yansıtıyordu. Janina ilk isminden nefret eden (ilk ismini kullanıp durduğum için muhtemelen beni topa tutardı), astrolojiye meraklı, yıldız fallarına özel bir ilgi gösteren, hayvansever ve kültürlü yaşlı bir kadındır. Kendisinin mücadelesi oldukça önemli bir noktaya değinmektedir: Avcılık. 

Kendini yaşamın en üst basamağında neredeyse bir çeşit Tanrı konumunda gören insanoğlu, diğerlerinin yaşam ve ölüm haklarını elinde bulundurduğuna kendini inandırmış durumdadır. Bu düzende bir kadının, hele de yalnız yaşayan, yaşlı ve üstüne üstlük 'hayvansever' bir kadının, sözlerinin güç sahibi olan diğerlerince pek bir hükmü yoktur. Burada aslında eril düzene karşı bir duruş da görüyoruz. Avlanan tüm üst düzey yetkiye sahip (başkan, komutan, rahip, onların yancısı) kişilerin tek savunması da aslında sadece bu: Eril düzenin onlara bahşettiği gücü ellerinde bulundurmak. Bu güç onlara öldürme yetkisini de vermekte ve diğerleri bu düzene karşı sadece susmaktadır. Janina dışında. Janina için bu ölümler, öldürülen tüm hayvanların bir çeşit intikamıdır.

Kitap kolay okunan ve ilginç konulu bir kitap olduğundan dolayı, yazın sıcaklığında da kendisiyle iyi anlaştık. Ancak kitaptaki atmosfere uygun bir şekilde karanlık ve soğuk günlerde okunmasının daha keyifli olabileceğini düşünüyorum. Kitabın film uyarlaması olan Pokot (İz) isimli filmi de izlemeyi düşünüyorum. 

Hoşça ve kitaplarla kalın.



ALINTILAR

''Uzun yıllar süren mutsuzluk, kişiyi ölümcül bir hastalıktan daha çok yıpratır.'' (Sayfa 18)


''Hapishane dışarıda değildi, her birimizin içindeydi. Belki de onsuz nasıl yaşanacağını bilmiyorduk.'' (Sayfa 42)


''Şimdilerde kimsenin yeni bir şeyler düşünmeye cesareti yok. Durmadan var olan düşünceler konuşuluyor, eski düşünceler yuvarlanıp duruyor. Gerçek yaşlandı ve bunadı; ne de olsa, her canlı organizma gibi kesinlikle aynı yasalara tâbi - yaşlanıyor. Onun küçük parçaları olan duyular da apoptoza uğrar. Apoptoz, maddenin yorgunluğu ve tükenmesiyle gelen doğal ölümdür. Yunanca'da bu sözcük, "taç yapraklarının dökülmesi" anlamına gelir. İşte dünya da taç yapraklarını döktü.'' (Sayfa 68)


''Öldürmenin ve acının ilke olduğu nasıl bir dünya bu? Bizim neyimiz var?'' (Sayfa 122)


''Ne zaman özgür olduğumuzu düşünmek istesek, o zaman kendimizi yeniden keşfetmeyi tercih ederiz.'' (Sayfa 128)


"İnsan konuşamadığında yazmalı," demişti. "Çok işe yarar," demiş ve sessizleşmişti. (Sayfa 167)


''Doğanın bakış açısına göre, hiçbir yaratık yararlı ya da yararsız değildir. Bu, insanlar tarafından yapılan aptalca bir ayrımcılıktır.'' (Sayfa 176)


''Yıldızlar bizi görüyorlar mıdır diye düşünmüştüm. Ve görüyorlarsa hakkımızda ne düşünürler?'' (Sayfa 234)


''Biliyor musunuz, bazen kendimiz için ürettiğimiz bir dünyada yaşıyormuşuz gibi geliyor bana. Neyin iyi, neyin kötü olduğuna biz karar veriyoruz, kendimize anlam haritaları çiziyoruz... Sonra da, tüm yaşamımızı kendimiz için planladığımız şeyle mücadele etmekle geçiriyoruz. Sorun şu ki her birimizin kendi uyarlaması olduğundan, insanlar birbirini anlamakta güçlük çekiyor.'' (Sayfa 248)



Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Naif. Süper (Erlend Loe) | Kitap Yorumu

Yazar: Erlend Loe, Çevirmen: Dilek Başak,
Yayınevi: Siren Yayınları

Yetişkinliğe adım atan ana karakterimiz için zaman, fazlasıyla tedirgin edici bir oluşumdur. Yirmi beş yaşına basmasıyla birlikte adeta dünyası değişir; ya da karakterimiz böyle olması gerektiğini düşünür. Bunun için de kendince kendinde ve hayatında bazı ufak değişiklikler yapmaya karar verir. Sahip olduklarını ve olmadıklarını karşılaştırır. Sonra da çok eskiden, henüz bir çocukken sevdiği ve sevmeye devam ettiği şeylerin izini sürer. Aşina olduğu o eski dünyanın kendisine yol göstermesini umar. Bu yolda yanında bir iyi bir de kötü arkadaşı, kendisi kadar sevimli olmadığını düşündüğü abisi, kitabında zamanla ilgili ilginç fikirler yazan yazar Paul Davies, küçük arkadaşı Borre ve güzel Lise vardır. Kitap boyunca genç bir adamın olgunlaşmaya çalışırken yaşadığı iç hesaplaşmaları okuyoruz.

Kitabın ana karakterini J. D. Salinger'ın Çavdar Tarlasındaki Çocuklar kitabındaki ana karakter olan Holden Caulfield'e fazlasıyla benzettim. Naif. Süper'in ana karakteri de, daha en başta kitabın adında bile gördüğümüz üzere, tıpkı Holden gibi hayat karşısında oldukça tecrübesizdi ama belki bu tecrübesizliği, belki de şahsına münhasır karakterinin etkisiyle sorunlarına karşı olumlu bir bakış açısına sahipti. Kitap, karakterin ağzından sade bir dille, hatta konuşma diliyle, anlatılıyor. Bu tip anlatımlar basit olmanın ötesinde aslında okurken bazen zorlayıcı bile olabiliyor. Karakterin üslubuna alışmak gerekiyor. Öte yandan bu tip direkt olarak karakterin ağzından anlatılan kitaplarda ben bir okur olarak kendimi karaktere daha çok yaklaşmış, hatta onunla 'kanka' olmuş gibi bile hissedebiliyorum. Bu kitapta da ana karakterin anlattıklarını okurken kendimi kendisine yakın hissettiğimi söyleyebilirim. Bunda pek tabii kitabın konusunun benim için tanıdık bir yerden olması ve karakter ile yaşlarımızın çok yakın olması da etkiliydi.

Büyümek kafa karıştırıcı bir süreç. Sanıyorum ki özellikle de bazı yaşlar insan yaşamında kilit rolde olabiliyor veya böyle bir kolektif algı yerleştiğinden dolayı biz de kendimizi bir 'tuhaf' hissedebiliyoruz. Ana karakterin kafasını fazlasıyla karıştıran zamanın göreliliği mevzusu gibi, büyümek de kişilere görelik barındıran çetrefilli bir süreç. Naif. Süper'in ana karakterinin bu konudaki acemiliğini okumak aslında kitaba dair en sevdiğim durumdu. Benim gözümde kitabı ve karakteri gerçek kılan da bu oldu.

Kitaba bayıldım diyemesem de, sevdim ve okurken de keyif aldım diyebilirim.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


ALINTILAR

''Yaşamım son zamanlarda azıcık tuhaflaştı. Her şeye karşı ilgimi kaybettiğim bir noktaya vardı. Yirmi beşimi doldurdum. Birkaç hafta önce.'' (Sayfa 9)


''Yaşamımdaki yarış ögesini biraz hafifletmem lazım şu sıralar.'' (Sayfa 21)


''Her ne kadar şeyler hareket ediyorsa da zamanın var olmaması diye bir ihtimal var. Yaşam hareket halinde. Bizler doğuyor ve ölüyoruz. Ben yaşlanıyorum. Öyleyse zamanın güneşte aynı olmamasının ne yararı var?'' (Sayfa 33)


''Beni bugün heyecanlandıran şeylerin bir listesini yapmayı geçiriyorum aklımdan. Kâğıt ve kalem buluyorum ama tereddüt ettiğimi fark ediyorum. Listenin kısa olmasından korkuyorum.'' (Sayfa 35)


''Delikanlılık taslamıyorum. Bir sigara yakıp hiçbir şey yokmuş gibi davranabilirdim. Belki birilerini kandırırdım böylelikle. Birkaç kızı filan. Kim'i. Büyük olasılıkla Kim'i kandırırdım. Ama er ya da geç yine orada oturuyor olurdum. Çimenlerin üstünde, abimin ya da bir başkasının kolu omzumda. Ağlıyor olurdum. Bir sorun var çünkü. Bir sorun olduğu kesin.'' (Sayfa 39)


''Bir sürü şey biliyorum. Bunların hepsini tek bilen ben değilim. Pek çok kişi benden daha fazla şey biliyor. Neyse ki bu, beni bağlamıyor. Benim derdim, bildiklerimi ne amaçla kullanacağım. Bu bilgilerle ne yapacağım? Kafam karışıyor. Bir bilgi yarışmasına katılıp Yunanistan'a tatil kazanabilirim tabii ki. İki kişilik. Ama sevgilim yok. Tek başına seyahat etmem gerekir. Yunanistan'da ne yapacağım ki? Orada kendimi daha iyi hissedeceğime inanmam için bir neden yok. Belli bir miktar bilginin işe yarayacağını göremeyecek kadar aptal değilim. Ancak neyin önemli, neyin önemsiz olduğunu pek kestiremiyorum. Bir hedefim yok. Bir perspektifim yok. İnsan nasıl perspektif sahibi olur? Belki yaşla gelen bir şeydir. Belki de değildir. Diğer budalalar gibi etrafta dolanıp beklemem mi gerek? Okumayı asla öğrenmemeliydim.'' (Sayfa 47)


''Mesele, bana kaçma imkanı tanımakmış. İnsan seyahate çıkınca bir sürü şey kazanır, diyor. Ne kazanır, diye soruyorum. Perspektif, diyor abim. Ve korkmamam gerektiğini söylüyor. O da orada ya. Abim. Beni kollayacak. Perspektif mi? diyorum.'' (Sayfa 114)


''Birileriyle tanıştığında garip bir şey oluyor, diyorum. Yeni bir gezegende yaşıyormuşsun gibi.'' (Sayfa 115)


''Abim eskiden her şeyin daha iyi olduğunu iddia etmenin insanı bir çıkmaza soktuğunu düşünüyor.'' (Sayfa 175)



Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.




Öneri Makinesi'nin Çekilişinden Kazandığım Kitaplar.

Geçenlerde sevgili Öneri Makinesi'nin düzenlediği şu çekilişe katılmıştım. Sanıyorum ki şansıma katılımcı sayısı da azdı. Şu işe bakın ki çekilişi ben kazanmışım. Tabii ki mutlu oldum! Öneri Makinesi'nin önerdiği her şeye bayılıyorum. Kitapların arasından sadece Barış Bıçakçı'nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz isimli kitabını çooook önceden okumuştum, şimdi yeniden bir okuyayım bakalım demekteyim ve dedim. Bunun dışında diğer kitapların hepsi de listemdeydi. Bu nedenle keyifle, mutlulukla, merakla ve sevgili Öneri Makinesi'ne çoook sevgiler göndererek okuyacağım - tekrardan teşekkür ederim.

Hoşça kalın.

:)



Koralin (Neil Gaiman) | Kitap Yorumu

Yazar: Neil Gaiman, Çevirmen: Niran Elçi,
Yayınevi: İthaki Yayınları

Koralin, kaşif ruhlu küçük bir kızdır. Yeni taşındıkları gizemli ev, tuhaf komşuları ve kilitli kapıların ardı Koralin için oldukça büyük keşiflerdir. Yaz tatilinin son günlerinde canı sıkılan bu küçük kızı oldukça cesaret isteyen bir macera bekler ve Koralin de pek tabii bu maceranın içine dalar. Kitap boyunca Koralin'in misafir odasındaki kilitli kapının ardındaki 'diğer' Anne, 'diğer' Baba ve 'diğer' komşuların olduğu kendisininkine çok benzeyen alternatif bir evrende yaşadığı maceraları okumaktayız.

Bu kitabı daha evvel iki kez okudum. İkisinde de kardeşimin kitapları arasından 'araklamıştım.' İlk okuduğumda baskısı daha farklı bir kitaptı; Koralin'in adım attığı gizli dünya beni heyecanlandırmıştı. İkinci okumamda şimdi okuduğum bu baskıyı okumuştum ve yine Koralin'in maceralar yaşadığı gizli dünya beni heyecanlandırmıştı ancak bunun yanı sıra beni, küçük bir kızın iç dünyasına misafir olmak etkilemişti.

Koralin'in anne ve babası daima meşgul olan ve kızlarıyla hiç ilgilenmeyen ebeveynler. Koralin ise hayal gücü gelişmiş ve keşfetmeyi seven bir çocuk. Bir gün Koralin, hiçbir yere açılmıyormuş gibi görünen gizemli bir kapıyı keşfediyor ve tuhaf olaylar yaşıyor. Diğer anne ve baba Koralin ne isterse yapıyorlar ve bunun da ötesinde, küçük kızı dinliyor, onunla zaman geçiriyor ve ilgileniyorlar. Ancak tabi ki hiçbir şey bu kadar tozpembe değil. Hatta aksine bu gizli dünya aslında, bence, Koralin'in korku ve kaygılarından oluşuyor. Küçük kız ancak cesur olmayı seçtiğinde bu dünyanın gerçek olmadığını ele verecek belirtiler ortaya çıkıyor. Aslında çok korktuğu mekanların karalama birer çizimden hallice görünmesi, yaratığın gücünün yalnızca Koralin'in izin verdiği ölçüde var olması, kaybettiğini sandığı değerli şeylerin aslında hep yanı başında olduğunu anlaması ve kendisini sevmediğini düşündüğü bir karakterin aslında dostu olabilmesi gibi.

Kitabı her okumamda daha çok seviyorum. Kitabın ana karakteri bir çocuk olsa da, kitabın içerisindeki korku ögeleri nedeniyle yaşı küçük olan çocuklar için uygun olduğunu düşünmüyorum. Çocukları olumsuz etkileyebilir, tedirgin edebilir. 

Kitabın bir de film uyarlaması var ama HÂLÂ izlemedim.

Hoşça ve kitaplarla kalınız.



ALINTILAR

''Peri masalları gerçekten de ötedir; yalnızca bize ejderhaların var olduğunu söyledikleri için değil, bize ejderhaları yenmenin mümkün olduğunu söyledikleri için.'' (G. K. Chesterton)


"Merhaba," dedi Koralin. "Bizim evin bahçesinde sana benzeyen bir kedi gördüm. Sen diğer kedi olmalısın." Kedi başını iki yana salladı. "Hayır," dedi. "Ben diğer bir şey değilim. Ben benim." Başını yana eğdi; yeşil gözleri ışıldadı. "Siz insanlar her yere yayılırsınız. Diğer yandan biz kediler, kendimizi bir arada tutarız. Ne demek istediğimi anlıyorsundur umarım." (Sayfa 38)


''Siz insanların isimleri vardır. Çünkü siz kim olduğunuzu bilmezsiniz. Biz (kediler) kim olduğumuzu biliriz, bu yüzden isimlere ihtiyacımız yoktur.'' (Sayfa 39)


"Çünkü," dedi Koralin, "bir şeyi korkmana rağmen yapıyorsan, bu cesurcadır." (Sayfa 57)


"Ama nasıl bir şeyden uzağa yürüyerek ona yaklaşabilirsin?" 

"Kolay," dedi kedi. "Dünyanın etrafında yürüyen birini hayal et. Bir şeyden uzaklaşarak başlar ve sonunda aynı yere varırsın." (Sayfa 70)


"İsimler, isimler, isimler," dedi başka, çok uzaklarda kaybolmuş bir ses. "Nefesten sonra ilk giden isimlerdir ve yüreğin atışı. Anılarımızı isimlerimizden daha uzun süre saklarız. Bir mayıs sabahı, çemberimle sopamı taşıyan dadımın, arkasındaki sabah güneşinin, esintide sallanan lalelerin görüntülerini hâlâ zihnimde saklıyorum. Ama dadımın adını unuttum. Lalelerin de." (Sayfa 78)


"Ruhlar ne kadar büyük olur?" diye sordu Koralin. (Sayfa 88)


''Ne de olsa, göremediğiniz bir şeyden korkmak daha kolaydır.'' (Sayfa 89)


"Kaç, çocuğum. Bu yerden çık. Seni incitmemi, sonsuza dek burada tutmamı istiyor, ki oyunu asla bitiremeyesin ve o kazansın. Seni incitmem için beni çok zorluyor. Onunla savaşamam." 

"Yapabilirsin," dedi Koralin. "Cesur ol." (Sayfa 104)


"Gerçekten anlamıyorsun, değil mi?" dedi. "Ben istediğim her şeyi istemiyorum. Kimse istemez. Hayır. İstediğim her şeyi, öylesine elde etsem nesi eğlenceli olurdu ki? Hiçbir anlamı olmazdı. Ya sonra ne olurdu?" (Sayfa 111)


''Diğer anne yeni bir şey yaratamıyordu. Yalnızca dönüştürüyor, çarpıtıyor, değiştiriyordu.'' (Sayfa 114)



Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Frances Ha | Film Yorumu


Yönetmen: Noah Baumbach

Senarist: Noah Baumbach, Greta Gerwig

Yapımı: 2012 - Brezilya, ABD


Frances (Greta Gerwig) 27 yaşında genç bir kadındır. En yakın arkadaşı Sophie (Mickey Sumner) ile yaşamakta, bir şirkette asistan dansçı olarak çalışmakta ve pek de memnun olmadığı bir ilişkiyi sürdürmektedir. Hayatta gerçekten emin olduğu iki şey dansa ve Sophie'ye karşı olan sevgisi olabilir. Bir üçüncüsü ise, muhtemelen, akıp giden hayatıyla ne yapacağını bilmemesidir. Film boyunca Frances'in değişen yaşamına tanık oluyor ve onun bu değişimlere karşı olan çabasını izliyoruz.


Kaynak: Pinterest

Film uzun zamandır izlenecekler listemde olmasının yanı sıra, ınstagramda dolaşırken sevgili jossedawy_ hesabının şu yorumuyla karşılaşmıştım. Bu yorum bana, filmi mutlaka izlemelisin, diye resmen baskı yaptı. Filmin de ötesinde, sevgili Frances'i merak ettim. İnsan bazen karakterleri merak ediyor değil mi? Filmi beğenmeyecek olsaydım bile hayal kırıklığı yaşamayacaktım, gerçekten. Hatta Frances'i sevmeyecek olsam bile. Çünkü daha en başta koca bir merak vardı içimde: filmin içimdeki bir noktaya dokunacağının teminatı.

Bu filme dair en sevdiğim şey, gerçek olması. Siyah beyaz bir film karşılıyor bizi. Buna tezat olarak ise renkli bir genç kadın. Frances hayata çocuksu bir merakla bakıyor. Bu aslında kaç yaşına gelirsen gel, içinde eğer varsa, kaybedemeyeceğin bir özellik. Zaten kaybedemeyeceğin bu şeyi tutmaya çalıştığında ise, muhtemelen, sorunlar baş gösteriyor. Frances'e olan buydu. Hayatının sorumluluğunu almaktan kaçıyordu; ya da, bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. Bazen bazı şeyleri başkaları gibi yapamayız. Hatta bunu istediğimizi söylesek bile olmaz. Çünkü biz, zaten farklı biriyiz. Durum böyleyken, başkası gibi olmaya veya inatla olmamaya çalıştığımızda, ne yapacağımızı bilemediğimizi düşünebiliriz. Hiçbir şeyi bilemediğimizi. Tek başına olduğumuzu, bize hiç benzemeyen bambaşka birine dönüşeceğimizi ve mutsuz olacağımızı düşünebiliriz.


''Biriyle birlikte olduğunda sen onları seversin ve onlar bunun farkındadır, onlar seni sever ve sen de bunun farkında olursun ama bu bir parti ve diğer insanlarla konuşursun, gülersin, ışık saçarsın, odayı araştırır, diğerlerinin gözlerini yakalarsın ama bu sahiplenici olman ya da kusursuz bir cinsellik yaşaman için değil, senin bu hayattaki kişiliğinle alakalı bir durumdur. Bu durum hem komik hem de üzücü ama bu hayat sona eriyor ve tam orada fark edilmeden herkesin önünde duran gizemli bir dünya oluşuyor ama kimse bunu fark etmiyor. Yani dedikleri gibi, etrafımızda başka bir boyut var ama bizde onları algılama yeteneği yok. Yani... Bir ilişkiye girememe sebebim işte bu. Ya da hayata, sanırım. Aşka. Sarhoş gibiyim. Sarhoş değilim.''


-Yazının bundan sonrası spoiler içeriyor.-

Biz dururken, başkaları da bizimle birlikte bekleyebilir sanırız; veya bazı şeylerin sonsuza kadar sürebileceğine kendimizi inandırırız. Frances en yakın arkadaşı Sophie'ye gönülden bağlıydı; çünkü aslında onu sevmesinin de ötesinde, Sophie Frances'e ilk gençlik yıllarını ve çocukluğunu anımsatıyordu. Bu nedenle bence film boyunca Frances en büyük burukluğunu, Sophie ona daha iyi bir ev bulduğunu ve evden ayrılacağını söylediğinde yaşadı. Frances, Sophie ile ayrılmamak için cesarete gelip hayatındaki bazı şeyleri bırakmıştı. Yine de bence onu asıl üzen bu değildi. Onu asıl üzen, her şeyi birlikte yapmaya alıştığı arkadaşının gitmesiydi. Frances'in asla yapmayacağı bir şekilde, bir anda. Yine aynı şekilde, Frances'in muhtemelen asla yapmayacağı bir şekilde, bu arkadaşı Frances'e yaşamındaki büyük olayları çok geç haber veriyordu. Çok sevdiğimiz biri, bizi hayatının sadece onun izin verdiği kadarını izleyebilecek kadar uzaklıkta tuttuğunda ve aslında onun için 'diğerleri gibi' olduğumuzu hissettiğimizde üzülürüz. Bu nedenle bence, film boyunca ne yaşarsa yaşasın, Frances'i en çok üzen de buydu: En yakınındaki kişiden uzak kalmak - anlatamamak ve bu nedenle anlayamamak.

Paris sokaklarında tek başına dolandığı ve en sonunda yine tek başına yemek yerken aydınlanma yaşadığı sahneler beni güldürmüştü. Tüm o sıkıcılıkta, Frances tek başınaydı ve her şeyi sıkıcılaştıran zaman sanki tam da o anda durmuş gibiydi. Buna karşın Frances'in Sophie ile konuşurken zaten başkalarından öğrendiği büyük haberlere olumlu tepki vermeye ve aslında üzüldüğünü ve yalnız hissettiğini gizlemeye çalıştığı sahne ise kırıcıydı. Üstelik Sophie hiçbir şey anlamadı ya da sadece Frances'in asla istemediği bir şekilde ona uyum sağladı.

Frances'in kendini rahat hissettiği tek yer artık yeni taşındığı evdeki ev arkadaşlarıydı. Lev (Adam Driver) ve Benji (Michael Zegen) ile birlikteyken, mutluydu. Çocuksu bir mutlulukla mutluydu. Çünkü bu iki kişi de onun gibi yetişkin olmaya pek de yanaşmıyorlardı. Bir şeylere tutunmuyor, sorumluluk almıyor ve o yaşanan günde eğleniyorlardı. Frances diğerlerinin yanındayken kendini ifade edemiyordu. Çünkü Frances'in dışında kalan dünya, bir şekilde ondan ayrıydı. 

Velhasıl kelam, bu bir büyüme yolculuğu aslında. 27 yaşındaki genç bir kadının birey olma sürecini anlatıyor. Kırılmasını, çabalamasını, öğrenmesini ve kendi olarak büyümesini; anlatıyor. Filmi çok sevdim, Frances'i de.


Frances Ha Soundtrack için tıklayabilirsiniz.


Not: Bu film yorumu yazısı reklam değildir, film önerisidir.



Popüler Yayınlar