![]() |
Yazar: Imre Kertesz, Çevirmen: İlknur İgan, Yayınevi: Can Yayınları |
Kitap, Gyurka isimli 15 yaşında Yahudi bir gencin bir yıl boyunca önce Auschwitz, sonra Buchenwald toplama kamplarında yaşadıklarını konu ediniyor. Kitabın başında babasını bir ''çalışma kampına'' yolcu etmek zorunda kalan bu genç, babasının gidişinin ardından üvey annesiyle birlikte evin geçimini sağlamaya çalışıyor. Bu, karakterlerin gündelik yaşamlarını okuduğumuz kısımlarda, Yahudilere uygulanan kısıtlama ve yaptırımları görüyoruz. Yahudiler, Yahudi olduklarını belli edecek sarı yıldızlar takmak zorundalar. Bu ayrım ise Yahudi olmayanlar tarafından kötü muameleye maruz kalmalarına ve ötekileştirilerek yemek, çalışma vb gibi pek çok, yaşamın devamlılığında önemli olan alanda zorluk çekmelerine neden oluyor. Bir gün Gyurka'nın işe giderken bindiği otobüs durduruluyor; o ve onun gibi Yahudi olan diğerleri ayıklanıp toplama kamplarına gönderiliyorlar. Kitap boyunca da ailesini, yaşamını ve ismini ardında bırakan bu çocuğun toplama kampında yaşadıklarına dair izlenim ve düşüncelerini okuyoruz.
2. Dünya Savaşı temasını konu alan okuduğum ve izlediğim tüm kurgular içinde beni en çok etkileyen Kadersizlik isimli bu eser oldu. Çünkü daha evvel karşılaştığım tüm kurgularda, tüm o kan dondurucu vahşetin içinde romantizm yakalamaya çalışan bir yan mutlaka vardı. Oysa Kadersizlik isimli bu eserde yazar, çıplak gerçeği tokat gibi savurmuş. Muhtemelen amacı okuruna tokat atmak bile değildir. Çünkü eserinde yazar sadece, ''ben bunları yaşadım,'' diyor. Evet, kitabın karakteri değil; bizzat yazarın kendisi bunları diyor.
Kadersizlik fazlasıyla otobiyografik özellikler içeren, aslında belgesel roman diyebileceğimiz tarzda bir kitap. Kitabın ana karakteri gibi Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen yazar, 1944 yılında henüz 15 yaşındayken önce Auschwitz Toplama Kampı'na, daha sonra Buchenwald'a gönderilmiş. Orada dehşeti yaşayan yazar, 1945 yılında evi olan Macaristan'a geri döndüğünde geriye ailesinden kimsenin kalmadığını öğrenmiş. 1948'de gazeteciğe başlasa da yine çeşitli siyasi nedenlerle işsiz kalmış ve fabrikalarda veya yayın servislerinde çalışarak geçimini sağlamış. Kadersizlik isimli bu kitabını on yılda yazmış ancak kitabı bastırmak konusunda da çok sıkıntı çekmiş. Macaristan Devlet Bakanlığı'nın basmayı reddettiği bu kitap, ilk basımını Almancaya çevrilip yapabilmiş. Evet, kitap ilk basımını yazıldığı ana dilde bile yapmamış. 2002 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan yazara Kadersizlik isimli bu kitabı ödülü kazandırmış.
Gördüğüm bir yoruma göre Macaristan'da kitabın basılmasının reddedilme gerekçesi olarak, ''yazarın soykırım kurbanlarıyla alay ettiği'' düşüncesi öne sürülmüş. Yazar kitabında herhangi bir ajitasyona, herhangi bir suçlu\ kurban tiplemesine veya duygusal dışavurumlara yer vermiyor. Anlattığı tek şey, henüz 15 yaşında bir delikanlının toplama kamplarında gördüğü şeyler. Pislik, açlık, dayak, eziyet, ölüm... Gaz odalarında can veren insanlar... Tüm bunları hangi empatik yolla dile getirebilirdi ki? Tüm bu soykırımı gerçeği lap diye anlatmak dışında nasıl izah edebilirdi? Üstelik tüm bu vahşeti bizzat deneyimleyen biri olarak!
Kitabı en çok da bu ''soğuk'' bakış açısı nedeniyle sevdiğimi söylemeliyim. Zaten kitabın ana karakteri olan genç de bizzat yazarın bu fikrini özellikle de kitabın son sayfalarında ifade ediyor. Sadece ilerleyebildiğini, onlara, tüm o işe yarar veya işe yaramaz olarak ''toplanılacak'' ve sadece bir sayıdan ibaret görünen insanlara, tüm o günler boyunca hiçbir şeyin gelmediğini, sadece kendilerinin ilerlediğini, çünkü ilerlemekten ve hep bir sonraki esareti deneyimlemekten başka çarelerinin olmadığını anlatıyor. Çünkü, başka çareleri yoktu! Özgür kaldığında bile, ki bu kitabı yazabildiğine göre özgür kalması gerekiyor zaten! (yani spoiler değil...), özgürlüğün ve bundan sonraki hayatında ilerleyeceği yolların çatışmalarını içinde taşıyor. Bunları kendi iradesiyle mi yapacak, yoksa tüm bu hayat, kader dediğimiz o tuhaf oluşumla mı şekillenmiş? Bir gün bir mesleği olduğunda, tüm o kötü günleri ''unutmayı'' seçtiğinde; mutlu mu olacak? Peki zaten böyle bir şey mümkün mü? Karakter bunları sorguluyor, bir adım ve bir adım daha ilerlerken.
Özetle, çarpıcı bir kitaptı bence. Yazarın bizzat kendi deneyimlerini içermesi ise kitabı etkileyici yapan ana etken gibi görünüyor. Ama kitabı ruhsuz bulanlar da çıkabilir tabii; bilemiyorum. Öte yandan, yaşadıklarını anlatan birine ''etkileyici'' olmamış da diyemezsin sonuçta; değil mi? Çünkü bizim okuduğumuz bu satırları, yazar zaten yaşamış!
Her neyse. Hoşça ve kitaplarla kalın.
ALINTILAR
''Ve bir şekilde, öfkeli bakışları ve becerikli el hareketi sayesinde onun düşünce tarzındaki mantığı anladım, yani gerçekten Yahudilerden hoşlanmasının niçin mümkün olmadığını: Aksi takdirde onları dolandırdığı gibi tatsız bir duyguya kapılacaktı. Oysa böylece görüşlerine uygun davranmış oluyordu ve davranışını yönlendiren de görüşünün tutarlılığı oluyordu, fakat bence başka bir görüşe sahip olması da mümkündü elbette.'' (Sayfa 17)
...ayrıca sevginin ''sözlerle değil, yapılanlarla'' gösterildiğini söyleyerek yanıtladı. (Sayfa 33)
''Bir dilenci ve bir prens, bu farkın dışında, görünüm ve yapı olarak karıştırılacak kadar birbirlerine benzerler. Sırf meraktan kaderlerini değişirler. Sonunda prens gerçek bir dilenci, dilenci gerçek bir prens olur.'' (Sayfa 38)
''Okul için değil, yaşam için öğreniyoruz.'' (Sayfa 100)
''Bekliyor ve bekliyorduk ve yanılmıyorsam beklediğimiz olmayan bir şeydi.'' (Sayfa 105)
''Ayrıca kiremithaneye götürüldüğümden beri ilk kez burada bir mucizeyle karşılaştım, susadığım zaman su içebiliyordum, hatta sadece canım istediği zaman bile.'' (Sayfa 112)
''Şunu söyleyebilirim ki, insanın kendisinden neyin ne kadar eksildiğini günbegün hesap etmesinden, günbegün izlemesinden daha fazla acı verici bir başka şey olamaz.'' (Sayfa 144)
''Diğer yandan, o günün akşamında içimde bir şeylerin bir daha onarılmaz biçimde bozulduğunu hissettim...'' (Sayfa 148)
''Anlaşılan eski alışkanlıklarımızı da sürekli olarak yeni yerlere taşıyorduk...'' (Sayfa 152)
''Onlara toplama kampında genelde insanların bir adı olmadığını söyledim. Bunun üzerine yakınlarının dış görünümünü, yüzünü, saç rengini, özelliklerini tarif etmeye çalıştılar. Onlara insan toplama kampında çok fazla değiştiği için bunun bir anlamı olmadığını anlatmaya çalıştım.'' (Sayfa 208)
Gaz odalarını görüp görmediğimi merak ediyordu - elimde olmadan gülümsedim. ''Görmüş olsaydım şu anda konuşuyor olamazdık,'' dedim. (Sayfa 209)
Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.
Yine enfes bir kitap değerlendirmesi, etkileyici:)
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Kitap da öyle, güzel. :)
SilSoykırım kötü bir şey, keşke geçmişlerini unutmayıp şimdi soykırımı kendileri yapmasa daha anlamlı olabilirdi.
YanıtlaSilOlan hep masumlara oluyor. Ön plandaki 'aktörler' değişse bile, değişmeyen tek şey bu malesef.
SilSon alıntı ne kadar basit ama ne kadar net anlatıyor gerçeği....
YanıtlaSilEvet bence de
Silbu yazarı daha çok yakınlarda, kitaplarını okumak için listeye almıştım, agota kristof ve magda szabo ile, çok sevceğimi düşünüyordum, sevmişsin sen de :) bir de bu yazarların bu temaları çok güçlü temalar, acılı ve gerçek geçmişler herhalde :) bir de bu alman ve naziler ve benzeri konular edebiyat için çok uygun sahiden de :) okuyayım ben deee :)
YanıtlaSilBahsettiğin iki yazar benim de listemde :) Evet bence de deneyimler önemli. Yani bu konu yüzlerce kez yazılmış, çizilmiş, sinemaya uyarlanmıştır ama bunları yaşamayan biri bu kadar sert bir şekilde, aslında objektif olarak, yazamaz. Objektiflikten kastım da yazarın ''kendi'' gördüklerini yazması yani, duygusallık olayların önüne geçmiyor. En çok bunu beğendim. Öte yandan tabii yazarın karakter aracılığıyla kendi kişisel düşüncelerini okuyoruz. Bu düşüncelerin bazıları rahatsız bile edebilir ama anlatım biçimi çok doğrudan, bu etkiliyor. Bir de insan doğasını çözmüş bir yazar (gibi en azından bu kitabında). Bunda yaşantı ve kendini sorgulama pek tabi en önemli etkenler.
SilBunu da bir ara okuyayım, teşekkürler. :)
YanıtlaSilRica ederim :)
Sil