Adanmışlık (Patti Smith) | Kitap Yorumu

Yazar: Patti Smith, Çevirmen: Seda Ersavcı,
Yayınevi: Domingo Yayınevi

Adanmışlık Patti Smith'in yaptığı bir yolculuk boyunca bulduğu ilhamlardan ortaya koyduğu kısa öyküsünün parçalarını bir araya getirme sürecini anlatıyor. Kitap için, yazarın öyküsünü nasıl ve nelerden beslenerek oluşturduğunun öyküsü diyebiliriz. Kitap; Zihin Nasıl Çalışır, Adanmışlık, Düş Değildir Bir Düş, Trende Yazılanlar olmak üzere dört bölümden oluşuyor.

Zihin Nasıl Çalışır başlıklı ilk bölümde yolculuk öncesine gidiyoruz. Paris'e yazmak konulu bir röportaj vermek üzere yıllar sonra gidecek olan Patti, biz okurlarına yazamadığından yakınıyor. Yazamayan bir yazar, yazmak hakkında ne söyleyebilir ki... diye düşünüyor. Sonra, kağıttaki sembollere dönüşmeden zihinde başlayan yazma sürecine odaklanıyor Patti. İlham kıvılcımlarını topluyor bir bir. İzlediği filmden sahneler, anılarındaki bir tv programından fırlamış genç bir patenci ve pek tabii kitaplar, yollar, yaşam ve ölüm. Bunlar zihninde köşe kapmaca oynuyor yazarın. Yazar da bu oyunu yazıyor biz okurlarına: Zihin Nasıl Çalışır diyerek.

Adanmışlık başlıklı ikinci bölümde, etraftan topladığı imgelerden bir öykü oluşturuyor yazar. Estonyalı genç bir patenci kızın yaşamının bir bölümünü anlatıyor. Bu kız, doğduğu topraklarda yaşanan karışıklıklardan korunması için daha küçük yaşta teyzesiyle birlikte gurbete göçüyor. Onun için hayatta varlığını bulduğu tek yer buzun üstü. Çünkü o bir patenci. Bir gün bu rüyasının içinde kaybolma fırsatını elde ediyor ancak karşılığında kendisinden eksilecek şeyler çok daha fazla. Adanmışlık, kendini bir tutkuya adayan bu karakterin öyküsünü işliyor.

Düş Değildir Bir Düş başlıklı üçüncü bölümde yazarın Paris'te yaşadıklarını okuyoruz. Yıllar evvel genç bir kızken kız kardeşiyle ilk kez gezdiği tüm mekanlar bu sefer başka bir şekilde etrafında beliriyor. Patti Smith neden yazarız sorusunu irdelerken, Albert Camus'nun evine davet ediliyor ve yazarın fikir kıvılcımlarının serpildiği çalışma odasında el yazmalarını inceliyor. Şanslı biri.

Kitabın Trende Yazılanlar başlıklı son kısmında ise yazarın aldığı notların fotoğraflarına yer verilmiş. Bu notlar direkt orijinal haliyle; yazarın kendi el yazısı ve İngilizce olarak kitaba konulmuş. Yazarın el yazısının fazlasıyla yayvan olduğunu eklemeliyim...

Daha kapağına baktığımda seveceğimi anladığım bir kitaptı. Patti Smith olduğu gibi bir yazar. Aynı zamanda bir müzisyen de olduğu için olacak, kendisi müzik yapar gibi yazıyor. Bu kitabında da tüm düşüncelerini, hislerinden yola çıkarak anlatmış. Kısacık, belki biraz dağınık ama keyifli (bulduğum) bir kitap oldu.

O halde, kitaplarla kalın.


ALINTILAR

''Öngörülemeyen niceliktir ilham, esrarengiz bir vakitte taarruz eden esin perisidir. Oklar uçuşur ve kişi vurulduğunu, bir dolu farklı katalizörün kendi sistemini oluşturmak için gizlice birleştiğini, aynı anda hem melun hem de kutsal olan onulmaz bir hastalığın -şiddetli bir hayal gücü- titreşimleriyle sarıldığını anlamaz bile.''


''Doğru kitap bir tür rehber görevi görebilir, yolculuğun gidişatını belirleyebilir, hatta seyrini değiştirebilir.'' (Sayfa 9 - Zihin Nasıl Çalışır)


''Belli bir insan sesinin yankılanımının yarattığı atmosferin yönlendirdiği bir hikaye yazmayı hayal ediyorum. Onun sesinin.'' (Sayfa 10 - Zihin Nasıl Çalışır)


Daha eski bir mezar taşı dikkatimi çekiyor sonra, kenarına çapraz bir şekilde kazınmış DEVOUEMENT kelimesini fark ediyorum. Alain'a ne demek olduğunu soruyorum. 

''Adanmışlık,'' diyor gülümseyerek. (Sayfa 22 - Zihin Nasıl Çalışır)


''Durup o dar sokağa -Visconti Sokağı'na- bakıyorum. İlk gördüğümde o kadar heyecanlanmıştım ki sokağın sonuna kadar koşup havaya zıplamıştım. Kız kardeşim bir fotoğraf çekmişti; bu fotoğrafta kendimi neşeyle dolu bir anda sonsuza dek donmuş olarak görüyorum. Küçük bir mucize gibi geliyor tüm o adrenalinle, tüm o arzuyla yeniden bağ kurmak.'' (Sayfa 27 - Zihin Nasıl Çalışır)


''Eve gitmek istiyorum diye sızlandım. Oysa evdeydim zaten.'' (Sayfa 33 - Zihin Nasıl Çalışır)


gözyaşı dökülmeyecekti artık 

kalp aç kalmayacaktı (Sayfa 35 - Ashford)


''Yine de bana veda ettiği zamanki tavrım konusunda birtakım endişelerim var. Hayli duyarsız davrandım. Belki de korkuyordum...'' (Sayfa 48 - Adanmışlık)


''Günler geçti ve adam gelmedi. İşin aslı kız onun kendisine tuhaf bir biçimde ilham verdiğini düşündüğü varlığını özlemişti. İşte bir kez daha yalnızca kendisi için kayıyordu.'' (Sayfa 52 - Adanmışlık)


''Anneni bende arama,'' derdi. ''Onu kendi içinde bulmalısın.'' (Sayfa 57 - Adanmışlık)


''Geçmişe değil geleceğe bak Eugenia.'' (Sayfa 57 - Adanmışlık)


''Bir şeyleri paramparça etmenin insan doğasının güçlü bir yanı olduğunu anlamıştı.'' (Sayfa 63 - Adanmışlık)


''Hepimiz kökenimizin salt kendimize dayandığına, tüm jest ve hareketlerimizin yalnızca bize ait olduğuna inanmak isteriz. Ama sonra muhtemelen tıpkı bizim gibi özgür olmayı dilemiş olan canlıların uzayıp giden şeceresinden geldiğimizi, onların geçmişini ve kaderini paylaştığımızı öğreniriz.'' (Sayfa 88 - Adanmışlık)


''Sadece kendim olmak istiyorum.'' (Sayfa 89 - Adanmışlık)


''Beyhude çabalarla geçen yıllardan, sönüp giden neşeden, amansız bir tempoyla akıp giden sahnelerden bahseden bir yığın defter var.'' (Sayfa 101 - Düş Değildir Bir Düş)


''Neden yazıyoruz? Hep bir ağızdan haykırıyor koro. Çünkü öylece yaşayıp gidemeyiz.'' (Sayfa 108 - Düş Değildir Bir Düş)



Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Kırmızı Zaman (Mine Söğüt) | Kitap Yorumu

Yazar: Mine Söğüt, Yayınevi: YKY

Kitap tam olarak adını yansıtıyor diyebilirim. Kırmızıya boyanmış bir zamanın içinde hareket eden karakterlerin öykülerini. Bu karakterlerin arasında hiçlikten çıkıp Haliç'e demir atan Zaman Dayı, evveli bilinmeyen meczup Halat Niyazi, yaşamı mutluluk dolsun diye Hüsran adına hapsedilmiş küçük bir kız çocuğu, babasının izini ararken kaybolan genç Botan ve kendi yolunu kazan Deli Gavur Leon... Tüm bu karakterler garip... zamanın içinde asılı kalmış hikayeleri daha garip. Hepsi de kırmızı; insanı delirten, kendine çeken ve yok eden: Kan kırmızı.

Bu kitabı yıllar evvel okumuş, yazarın anlatımından çok etkilenmiştim. Öyle ki, kitabın içeriğinde neler yaşandığını unutsam da yazarın anlatımına olan beğenimi yıllar boyunca içimde taşıdım. Şimdi kitaba dair hiçbir fikrimin kalmadığı geçtiğimiz günlerde, onu sanki ilk kez okuyacakmışım gibi heves dolu bir hisle kitaba başladım. Yine beğendim, en çok da -yine- yazarın özgün anlatımını sevdim. Ancak bu kitabı ilk kez okuyan yedi yıl önceki İlkay ile aynı şeyleri düşünmemiş olacağım ki, bu seferki beğeni seviyem çok daha aşağılarda kaldı. Çünkü kitabı ilk okuduğumda gerçekten çok etkilenmiştim. Liseden yeni mezun olmuştum ve edebiyatın içinde kaybolmak kaybolmak kaybolmak arzusundaydım. Bu kitap o zaman bana farklı bir dünyanın varlığını hissettirmiş olmalı. Kendi sesimi bulabileceğim konusunda bana cesaret vermiş olmalı. Bu bakımdan, şimdiki okumamda ilk okumama nazaran kitaptan daha az etkilenmiş olsam da, bende yer etmiş bir kitap olmuş Kırmızı Zaman.

Mine Söğüt kendine has bir dünyası olan yazarlardan. Yine yıllar önce okumuş olsam da yazardan Beş Sevim Apartmanı isimli kitabı okumuş, onun da anlatımına hayran olmuştum. Özgün bir ses olmak edebiyat dünyası için mühim diye düşünüyorum. En azından bir okur olarak bende, sesini duyabildiğim yazarlara ve kitaplara karşı farklı bir ilgi oluşuyor. Yazar önce, masalsı bir anlatımla okurunu kurgusuna davet ediyor. Baya baya kapıdan içeri buyur ediyor. Ne olacağını kestiremeyen okurlarına (en azından bana), tam da kurgunun olağanüstülüğünde kaybolmuşken, bir anda yüzüne çarparak gerçeği söylüyor. Yazar kurgularında gerçeküstücü bir dille toplumun gerçekliklerini işliyor diyebilirim. Bu kitapta ayrıca her bölüm başında o bölümün odak noktası olan kelimeye dair özel bir sayfaya yer verilmiş. Kelimenin anlamı, terimsel kullanımı vs açıklanmış. 

O halde, kitaplarla kalın.

Ve iyi bayramlar.


ALINTILAR

Küçükken anneannem bana, sonsuz zaman algısından bahseden bir masal anlatmıştı: Çocuklar zamanı algılayamadıkları yaşlarda, tüm evrene hakim olan o tanrısal sonsuzluğu hissedebilirlermiş. Bu onları huzurlu ve korkusuz yaparmış. Zamanı algılayamadıkları için zamanın geçişini de fark etmez ve kendilerini ölümsüz bilirlermiş. ''Sen,'' demişti, ''şimdi o sınırsız zaman algısının büyüsündesin; zamanın geçip gittiğini fark ettiğin an büyüyeceksin.'' (Sayfa 9)


Hayat tuhaflıklar doludur ve katlanılabilir olmasını bu tuhaflıklara borçludur. (Sayfa 11 - Tuhaf)


Onun aç bir kedi yavrusunun mama tasına kafasını sokuşu gibi kafasını kitaplara gömdüğünü ve içindeki kelimeleri, cümleleri, öyküleri büyük bir iştahla okuduğunu görünce seviniyor... (Sayfa 35)


İnsanoğlu gerçeklerden kaçar, çünkü efsanelere inanmaya meyyal doğar. (Sayfa 37 - Efsane)


Hepsi masal bunların... Sakın ola bulutlardan, topraktan korkmayasın... Korkacaksan sadece kötü niyetli insanlardan bir de Allah'tan korkacaksın. (Sayfa 50)


İnsan eğer asılsız korkulara kendini kaptırırsa gerçekten korkması gerektiği zaman, korkuya gafil avlanırdı. O yüzden korkunun üstüne gitmeyi bilecekti. Geceleri çekyatın altından sesler mi geliyor, korkup büzüleceğine eğilip çekyatın altına bakacaktı. Korkuyu gözlerini kapayarak değil ancak açarak alt edebilirdi... (Sayfa 74)


Delirtmek birinin aklını yitirmesine neden olmaktır. (Sayfa 107 - Deli)


Becerebiliyorsan, sen kendinden özür dile. Affedebilirsen, sen kendini affet. (Sayfa 111)


Başlayıp biten bir sürü geçmiş, aynı zamanda başlayıp bitecek bir sürü de gelecek demektir. (Sayfa 125)


Olağanüstü güzel şeylere rüya gibi denir. (Sayfa 129 - Rüya)


Yaşamanın ilk şartı bir gün mutlaka ölmektir. (Sayfa 147 - Ölmek)


Şair, sözü kendince söyleyendir. (Sayfa 181 - Şair)


Divan edebiyatında sevgilinin gözleri ve gamzesi aşığın ölümüne neden olacak kadar güzel sayıldığından cellat diye tanımlanır. (Sayfa 211 - Cellat)


Hayat, oyuncu bir kedi, 

Ne zaman pıta atacağı nereden belli! 

Marifet tadı alarak yaşamakta, 

Bazen akıllı bazen deli. (Sayfa 213)



Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Kitap Alışverişi #2

 

Kitap alışverişi yaptım. Bayramı da bahane ettim. İsteyene bahane çok tabii. Bu da öyle oldu. Aslında kitap fiyatları çok sinirimi bozuyor ama bazen hislerimi kaybediyorum ve aman be bi daha mı gelcem dünyaya duygu boşalmasıyla sepet oluşturuyorum. Bu sefer o sepeti sipariş de ettim.

Yine kitap sepeti'nden aldım. Hayır, reklam yok. Hiç yok. Yine paramı kitaplara gömdüm. Kitap Sepeti'ni seçme sebebim bu siteye üyeliğimin olması ve diğer sitelerde beni üye olmaya itecek indirimi şu anlık görmemiş olmam. Neyse bu sefer yine böyle oldu.

Cumartesiyi pazara bağlayan gece sipariş vermişim ve bugün elime ulaştı. Hiç acelem yoktu ve bence normal bir sürede de ulaştı. Gözüme bir hasar çarpmadı. Ama insan yalandan iki ayraç hediye eder bari... Çok içerliyorum hiç bilmiyorsunuz sayın satıcı firma.

Neyse kitaplara geçelim. Sırtını gördünüz kitapların ama neyi neden aldım iki lakırtı edeyim.


Bütün alışverişi şu kitaplar için yaptım. Geçen paylaştığım Karışık Alıntılar #2 (tık tık!) yazımda Bu Beden Benim Evim'den bir alıntıya yer vermiştim. Bu kitabı kütüphaneden okumuş, çok beğenmiş, hatta vaktiyle sevdiğim birine hediye etmiştim. Dedim niye kendime hediye etmiyorum? Güneş ve Onun Çiçekleri'ni ise kitapçı turlamalarımda birkaç sefer incelemiş, beğenmiştim. Süt ve Bal zaten şairin en bilindik ve bir dönem popüler olmuş kitabı idi. Hal böyle olunca üç kitabı da aldım. Set halinde alınca çok da aaamannnn bir indirim olmadı ama üç beş daha uyguna geldi. Rupiciğimi severim. Hisli yazıyor, çünkü hislerini yazıyor. Şiirlerine bazıları şiir demez belki ama ne bileyim... onun dizelerini ben seviyorum. 


Celil Sadık ilgiyle takip ettiğim ve başarılı bulduğum bir sanat tarihçisi. Uygarlığın Ayak İzleri ise onun beş kitaplık bir serisi. Daha evvel yazardan da, bu seriden de bloğumda bahsetmiştim. Hatta bu serinin ilk ve üçüncü kitaplarını okudum ve blogda yorumladım:

Uygarlığın Ayak İzleri: Rönesans'tan Barok Dönem'e Sanat Dehaları kitap yorumu için tıklayabilirsiniz.

Uygarlığın Ayak İzleri: Batı Resminde Aşk ve Bazı Küçük Felaketler kitap yorumu için tıklayabilirsiniz.


Gördüğünüz üzere daha evvel serinin ilk ve üçüncü kitabını okumuşum. Yani bu seriyi sırayla okumak gerekmiyor bana kalırsa. Çünkü zaten her kitap kendi içinde bir başlığa odaklanıyor ve o başlıkla ilgili eserlere yer veriliyor ve o eserler ve sanatçıları hakkında bilgilere yer veriliyor.

Bu alışverişimle birlikte şu anda elimde serinin beş kitabı da var. Şimdi serinin ikinci kitabı olan Krallar ve Tanrılar ile dördüncü kitabı olan Batı Resim Sanatında Mitoloji'yi aldım. Beşinci kitabı daha önceki bir alışverişimde almıştım ancak henüz okumadım.

Bu seriyi sevme sebebim baskısının çok derli toplu, içeriğinin zengin, anlatımının anlaşılır olması. Bir eserden bahsedilirken eserin fotoğrafı ile açıklaması hemen yan yana veriliyor ve eğer o eseri açıklayan bir referans varsa hemen açıklamayla birlikte ona da değiniliyor. Hiç kafa karıştırmadan, tık tık anlatıyor neyin ne olduğunu. Sanat deyince insanın gözünü korkutabilecek terimsel ifadelerin içinde de kaybolmuyor. Herkesin anlayabileceği bir dil ile hiiiiç kasmadan bilgilendiriyor okuru. Akademik bir anlatımdan ziyade, halktan olan meraklılara da sanat tarihini açıklıyor bu kitaplar. En çok da bu nedenle seviyorum. Seriyi tamamladığım için de çok mutluyum.


Bu kitabı okumayı asırlardır istiyorum. Bakın abartmıyorum, yıllardır bu kitabı okumak istiyorum. O zaman neden okumadım bilmiyorum. Üstelik aynı isimli film uyarlamasını da (Stardust\ Yıldız Tozu) bayılarak izledim ve önerdim orda burda ama kitabını okumaya sıra gelmedi. Bunda pek tabii kitap fiyatlarının nirvanaya ermesi de etkili hiç de bunu göz ardı edemeyeceğim... Neyse ben okuyana veya kitabı edinene kadar Neil Gaiman'ın kitaplarının kapakları değişmiş! Nasıl bir hayal kırıklığı yaşadığımı anlatamam ama gösterebilirim...

Benim aşık olduğum eski kapak:



Ve yeni kapak *-* :



Ay neyse bu yeni kapağın da seveni vardır belkiii. O yüzden eleştirilerimi yutacağım. 

Öhöm öhöm, işte neyse, bu hayal kırıklığını yaşayıp bir yandan da eski kapağının satıldığı bir siteyi bir umut ararken (ki Nadir Kitap dışında bulamadım :( kitabın çizgi roman şeklindeki baskısıyla karşılaştım. Pek tabii fiyat farkı vardı ama amannn dedim, bir kere alcam şu kitabı dedim, bari içime azıcık sinen bir kapağı olsun dedim... Hem çizgi roman baskısındaki kapak da kitabın eski baskısındaki kapağına çok benziyor. Neyse bu yüzden yukarıda da yer verdiğim üzere kitabı kitap olarak değil de çizgi roman olarak aldım. Ama bununla da bitmedi. Aldığım kitap çizgi roman değilmiş de resimli bir baskıymış. Yani benim için sorun yok aslında ama masal kitabı gibi bir düzeni olan çizimli bir kitap çıktı. Yine de özel baskı tabi. Çizimler de anime filmlerinin çizimlerini anımsatıyor. Ay hadi üşenmeyim de senin için de üç beş örnek fotoğraf koyayım. Hadi yine iyiyim (tamam).


Tamam çok da anime değilmiş ama şu paylaştığım ilk fotoğraftaki kadın çizimi bana biraz o etkiyi vermişti (Ponyo'daki deniz altındaki kraliçeyi anımsatıyor). Neyse güzel güzel, sevdim.


Yani ülkede küçük çaplı cadı avı başlamışken cadılarla ilgili bir kitap almam çok da akıllıca değildi sanki ama işte. Bu kitabı daha önce ınstagramda cadılık ve şamanizm ile ilgili kitapların önerildiği bir postta görmüştüm. Aslında bu kitap yerine yine o gönderide gördüğüm Joseph Campbell'ın Tanrıçalar ve Tanrıça’nın Dönüşümleri isimli kitabı alacaktım ve o kitabı eğer ben alana kadar baskısı tükenmezse yine alacağım. Ama bu alışverişimde almam için farklı bir siteden daha alışveriş yapmam gerekecekti çünkü Kitap Sepeti'nde bu kitap yoktu. Farklı bir siteden alayım almasına ama tek kitap için ek olarak kargo parası ödemek istemedim. Bu yüzden başka bahara kaldı.

Çiçeklenmeler ise çok sevdiğim bir yazar olan Melisa Kesmez'in son kitabı. Bu nedenle tabi ki aldım ve okumak için sabırsızlanıyorum.


Evet, bu kadardı.



Sen Aydınlatırsın Geceyi | Film Yorumu


Yönetmen: Onur Ünlü

Senarist: Onur Ünlü

Yapımı: 2013 - Türkiye


+ Sen daha evvel hiç uçmuş muydun?
- Haaa, uçtum ben bir kez. Uçakla İstanbul'a gittiydim.
+ Nasıl döndün ki?
- Trenle.
+ Bence trenle daha güzel. 
- Bence trenle çok uzun. Ben uçakları seviyom.
+ Beni?
- Efendim?
+ Beni seviyon mu?


Kaynak: Pinterest


''Yarayla alay eder yaralanmamış olan. Bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederlerden. Sen çok daha parlaksın çünkü. Sen tüm göklerdeki yıldızların ilki. Sen aydınlatırsın geceyi.'' (Shakespeare)


Cemal (Ali Atay), babası (Ahmet Mümtaz Taylan) ile birlikte yaşayan genç bir adamdır. Daha filmin ilk sahnelerinden kendisinin pek de iyi bir ruh halinde olmadığını fark ederiz. Cemal depresyondadır ve bu depresyonu onu bileklerini kesme davranışına kadar götürür. Doktoru dahil çevresindeki hiç kimse tarafından anlaşılmayan, dahası nasıl olduğu bile umursanmayan bu genç adam, bir gün kasabasından bir kıza, Yasemin'e (Demet Evgar), aşık olur ve ikili hızla evlenirler.

Cemal'in sık sık annesini ve kardeşlerini hatırladığını görürüz. Annesi ve kardeşleri bir yangında ölmüştür ve geriye yalnızca babasıyla kendisi kalmıştır. Alakasız bir konuşmanın ortasında Cemal yaşadığı kayıp ve yasıyla ilgili düşüncelerini ifade eder. Hislerini bir türlü dışa vuramayan bu genç adamın seçtiği intihar yöntemi bile aslında annesinin ve kardeşlerinin yokluğunun altını çizer niteliktedir. Kendini işine ve hayatın akışına bırakan berber babasının dükkanında son nefesini vermek ister Cemal, ancak bu olmaz. 

Aşık mısın len, derler Cemal'e her konuşmasında, her dalmasında. O da çok geçmeden aşık olur. Aşık olduğu bu köylü kızının da yaşamı zordur. Ancak Cemal bununla ilgilenmez. İlgilendiği, daha doğrusu acısının ortasında ilgilenebildiği, tek şey; nefes almaktır. Yasemin ile art arda antidepresan içip uçtukları sahne bunu gösterir. Küstüklerinde karısına şiir kitabı aldığı sahne, ona yetişmek için yine uçmaya çabaladığı sahne... Yasemin Cemal'in dikkatini dağıtır. Yasemin ile birlikte Cemal, kendisinden dışarı çıkar ve uçar uçar. Ta ki yine bir kayıp yaşayacağına inanana kadar. Yine yalnız kalacağına, yine bırakılacağına... Belki de annesinin kaybına dair hissettiği kederin altında yatan da budur: Terk edilmiş hissetmek. 

Film boyunca Cemal karakteri ekseninde aslında tüm kasaba halkının yaşamına ortak oluyoruz. Herkesin derdi, yaşam bulantısı, vardır. Çok çeşitli ifade yolları vardır ancak Cemal bunu kavrayamaz. Kendi acısında kaybolmuştur. Filmin konusu aslında Cemal değil bana kalırsa; film, değişmeyen ve tekrar tekrar yaşanan bir meseleyi anlatır: İnsan olmak. İnsanlar acı çeker, insanlar acı çektirir, insanlar yaşar, insanlar ölür, insanlar aşık olur, insanlar aldatır, insanlar hayal kurar, insanlar hayal kırıklığı yaşar, insanlar kurtarıcı olur, insanlar kurtarıcı arar. İnsanlar düşünür, insanlar düşünmez, insanlar hisseder, insanlar hissedemez. İnsanlar, insanlar... Film aslında şiirlere, efsanelere bile konu olmuş bu basit konuyu anlatır: İnsan olmak.


+ Bizim derdimiz daha büyük. Öyle tanrıçayla manrıçayla geçecek gibi değil. Değilmiş yani.
- Aman iyi be sen de. Gencebay'ı beğenme, Şekspir'i beğenme.
+ Başka bir şey lazım bize. Daha önce hiç bilmediğimiz bir şey. 
- Senin işin zor hacı. Mal bu. İstediğin kadar evir çevir, aynı terane işte. Kimin hikayesini dinlersen dinle. Aynı laflar, aynı tipler, aynı sıkıcı planlar... 
+ Diyon ki yani, senden de bana hayır yok gayri.


Film, hikayesini büyülü gerçekçi bir anlatımla anlatmış. Yani, gerçekdışı görünen olay ve durumlar film boyunca sanki gerçek yaşamda yaşanması çok olağan durumlarmış gibi ele alınmış. Örneğin karakterlerin uçması, duvarlardan geçmesi, görünmez olması, normal insan boyutundan büyük olması... gibi. Bu durumu salt fantastik bir etki olarak nitelendirmek doğru değil. Çünkü fantastik anlatımlardaki fantastik unsur ve durumların hizmet ettiği bir art anlam olmasına gerek duyulmaz; daha doğrusu bu zorunlu değildir. Yani fantastik anlatılarda bir karakterin uçması için bunun ardında psikolojik bir mana olması gerekmez. Çünkü o karakterin doğasında\ kaderinde zaten uçmak vardır. Bir süper kahraman neden uçuyor diye sorgulamayız. Belki somut bir olay yaşanır ve uçma yetisi kazanır ancak aşık oldu diye uçuyor demeyiz. Oysa büyülü gerçekçilikte gördüğümüz fantastik unsurların alt metninde aslında psikolojik bir anlam veya gerçek dediğimiz dünyamızın olağan akışında gerçekleşen durumlara karşı çeşitli gönderimler bulunur.


!!! UYARI UYARI UYARI!!!

Yazımın bu kısmında ifade ettiğim ''bu gönderimler'' neler olabilir filmin sahneleri ve karakterleri üzerinden örnekler vererek anlatacağım, yani SPOILER alabilirsiniz.


Karakterin yalnızca hoşlandığı kadın ile birlikte uçabilmesi ama tek başına bunu yapamaması (Filmin başında Yasemin ile hap içtikten sonra Cemal sevdiği kadınla birlikte uçuyordu ancak filmin sonunda bunu tek başına denediğinde tüm adımları aynı şekilde uygulamasına rağmen uçamadı çünkü artık aşık olduğu kadın onunla değildi ve olmayacaktı\ ya da artık Yasemin'e aşık değildi), 

Abartılı bir şekilde kanayan karakterler (Doktor buna örnek - yaşadığı coğrafyadan ve etrafındaki insanlardan hoşlanmadığını ifade etmişti ve hep gözü kanıyordu. Cemal'in ise sadece bilekleri değil kalbine doğru tüm bedeni kanıyordu; bunu ilk etapta para bozdurmaya gelen çocuk fark etmedi çünkü dikkati Cemal'de değil işini görüp -para bozdurup- gitmekteydi), 

Cemal'in öğretmeninin gözlemci bakış açısıyla çekilen sahnelerde görünmez olması ama Cemal'in gözünden yani karakter bakış açısıyla çekilen sahnelerde görünmesi (hatta bu sahnelerin ilkinde Cemal anlattığı dertlerinden sıyrılıp öğretmenini konuşma sonunda anca ilk kez fark ediyordu ve ''hala aynı görünüyorsunuz'' derken kameraya öğretmenin görüntüsü yansıyordu, diğer tüm sahnelerde öğretmen görünmezdi),

Kitapçı kızın ellerini birleştirip zamanı dondurması (Kız, Cemal'i ilk öptüğünde zaman donuyordu ve Cemal buna şaşırdığını söylediğinde kız ona ''bana aşık oluyorsun'' demişti),

Cemal'in karısı ile arası kötüyken kitapçı kız ile öpüştüğü sahnede başlarına taş yağması (çünkü Cemal aslında yaptığının doğru olmadığını biliyordu),

Filmin sonlarında kitapçı kızın yalanını anlayan Cemal ile kızın yüzleşme sahnesinde kızın kolları kopuyordu ve Cemal bu kolları alıp birleştirerek zamanı dondurabiliyordu (Cemal kitapçı kıza aşık olduğu için değil, içinde bulunduğu ''hayat bulantısından'' onu kurtaracak bir 'kurtarıcı' olarak kızı görmesinden dolayı kız zamanı durdurabiliyordu. Ya da belki de bu noktada ''aşk aslında nedir ki'' sorusunu sorgulayabiliriz. Cemal için kızdan akıl almak, dertlerini durdurmak veya her şeyin hallolabileceği, anlaşılabileceği umudu olabilir. Sonrasında kızın da bir yalancı olduğunu fark ettiği için ona değil, onun süper gücü olan zamanı durdurma yetisine sahip olmak istedi ve kızın kollarını da beraberinde götürüp sevdiği kadının uçağının kalkacağı yere gitti.)

Kuyumcu adamın dev boyutunda olması (bu adam Cemal'in annesinin kolyesini vaktiyle tamir etmişti ve bu kolye Cemal için önemliydi, ayrıca Cemal'in nasıl olduğuyla az da olsa ilgilenen tek karakterdi. Buna ek olarak, kadınlara değer veren ve olması gerektiği gibi düşünen, davranan tek erkek karakterdi. Bu açıdan bakarsak aslında bu karakterin büyük boyutta görünmesi değil, diğer erkeklerin küçük boyutta olması daha yerinde olabilirmiş.)


!!! SPOILER BİTTİ!!!


Filmin en sevdiğim yanı bu alışılagelmedik anlatım biçimi oldu diyebilirim. Bu aslında oldukça riskli bir anlatım yolu. Çünkü sahneler arasında kopukluk durumu yaşanabilir. Filmin özellikle sonlarına doğru sıkıldığımı itiraf etmeliyim ancak filmin bütününe baktığımda oldukça özgün bulduğum bir yapım oldu. Filmin siyah beyaz olması ise hoş bir tat katmıştı. 

Filme dair olumsuz eleştirilerim de var. Bu eleştiriler filmin yapısına ve anlatımına yönelik değil; anlattığı şeylere yönelik. Filme cinsiyetçi bir dil ve bakış açısı hakimdi. Kadınların hep aldatan ve savunulmaya muhtaçmış gibi (tamam eril hakimiyet ve kurtarıcı metaforu coğrafyamızla da ilişkili ve gerçekçi bir yönden ele alınmak istenmiş olabilir ama...) ele alınması, evlenilecek - eğlenilecek kadın ikileminin altının çizilmesi (oysa üstünü çizmek gerek!), filmdeki tüm erkek karakterlerin evlat olsa sevilmez tiplerden oluşması ve tek bildiklerinin bel altı sohbetler olması gibi durumlar hoş değildi. Aynı şekilde dayak sahneleri çok kötüydü! Gerçekçi olmak demek, bu olmamalı. Burada yaşamda istenmeyen bir durumu eleştirmek amaçlanmış olsa bile (ki hiç öyle durmuyordu), bir kadını dövme sahnesini olağan bir durummuş gibi filme yerleştirmek pek de olumlu mesajlar içermiyor sanki!! Sırf bu nedenle, bu olumsuz düşüncelerim nedeniyle, bu filmi yorumlamayacaktım ama öte yandan bilmiyorum... Bir de bu filmi bir kadın yönetmen çekseydi nasıl işlerdi diye de merak etmeden duramıyorum. Filmin yönetmeninin bir erkek olduğu o kadar belli ki. 

Film çok özgün bir film. Hatta Türk sinemasında böyle bir anlatımla işlenmiş bir film izlemeyi hiç beklemiyordum. Çünkü filmin çoğu yorumunda da gördüğüm kadarıyla bu tip anlatımlar yadırganır. Bizde büyülü gerçekçilik anca yerli edebiyatta şöyle böyle kendine yer bulabilmiş gibi gibidir, o da belli iyi yazarların kalemiyle. Ama sinema... riskli bir alan. Bu bakımdan yönetmeni cesareti dolayısıyla tebrik etmek gerek bile diyebilirim. Kadro desek çok iyi, zaten komple Leyla ile Mecnun dizisinin kadrosu oynamış. :) Bu arada bahsettiğim büyülü gerçekçi anlatım Leyla ile Mecnun dizisinde de karşımıza çıkıyor. O diziyi izleyenler neyi anlattığımı daha iyi anlayacaklardır.

Anlatım güzel, hatta konunun çıkış noktası bile güzel... ancak anlattığı şeyler değil. Bu anlatılanlar malesef gerçek yaşamda kendine yer bulmuş durumlar, bunu da ifade etmeliyim bu arada. Evet gerçekten de üzülerek yazıyorum ki kadınlara bakış açısı çoğu yerde böyle... bu filmdeki gibi. 21. yüzyılda bile evet! Ancak sanatın, sinemanın, önemli sorumlulukları vardır. Gerçeği kabak gibi işlemek değil, dönüştürmektir sorumluluğu. Bu filmde bu yoktu. Olmasına gerek de yoktu tabii dümmmdüz yorumlarsak... ancak ne oluyorsa bu dümmmmdüz bakışımızdan, bu izle geç işte yhhaaaa yorumlarımızdan olmuyor mu? Oluyor! Bu nedenle hayal kırıklığı yaşadım. Yine de ilginizi çektiyse bir bakın tabii.

Hoşça kalın.


Sen Aydınlatırsın Geceyi | Fragman için tıklayabilirsiniz.

Şiir sahnesi için tıklayabilirsiniz.


Not: Bu film yorumu yazısı reklam değildir, film önerisidir.



Toplu Öyküler 1 (Nezihe Meriç) | Kitap Yorumu

Yazar: Nezihe Meriç, Yayınevi: YKY

Kitap, Nezihe Meriç'in 1950'li ve 60'lı yıllarda kaleme aldığı öykülerin bir derlemesi. Toplu Öyküleri başlıklı bu ilk ciltte yazarın Bozbulanık, Topal Koşma ve Menekşeli Bilinç isimli kitaplarındaki öykülere yer verilmiş. Bu öykülerin genelinde toplumun geleneksel yapısının içinde kendini bulan, arayan, kaybeden ve var etmek isteyen aydın ve genç nesil karakterler yer ediniyor. Bu da tabi ki arka planda kuşak çatışması, köy-kent, gelenek-modernite zıtlığı vs gibi temaların oluşmasını sağlamış.

Kitap Nezihe Meriç'ten okuduğum ilk kitaptı. İtiraf etmek gerekirse Türk Edebiyatı'ndan, özellikle de öykücülerinden, çok çok az okuma yaptım. Bu eksiğimi kapatmak için kütüphanede Türk Edebiyatı kısmında dolanırken karşıma Nezihe Meriç'in bu eseri çıktı. Nezihe Meriç, çağdaş Türk öykücülüğünün öncülerinden kabul edilen bir isim. Bu nedenle kitabı özellikle de yazarı dolayısıyla okumak için heyecanlanmıştım. Nitekim, kitabı okurken çok da lezzet aldım.

Gerçekten, bazı kitaplar böyledir. Özellikle de usta bir kalemin elinden çıkmışsa. Okuruna lezzet verir anlatımı. O tadı resmen alırsın yani. Karakterden mi, olaydan mı diye ayıramazsın. En başta anlatım içine işler. Dersin ki, insanlar neler yazıyor. Böyle yazabilmek için gerçekten o öykünün havasını solumak gerekiyor. Resim yapmak, nakış işlemek gibi... ince ince işlemiş yazar öyküsünü, çizgi çizgi çizmiş. Karakter gerçek, diyaloglar gerçek, düşünceler gerçek. Yoldan birini çevirsen, işte onu görüyorsun öykülerde. Yaşanmışlık mı desek... Yaşamayan biri böyle yazamaz. Ben hep böyle düşünüyorum bazı ustaları okurken. İmrenemiyorum bile; sadece hissede hissede okuyorum.

Kitaptaki öyküleri genel olarak çok sevdim. İyi ki okudum dediğim bir kitap, iyi ki anlatımıyla tanıştım dediğim bir yazar oldu.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


ALINTILAR

''Ama bütün bu eşyalarda, sevilmemekten gelen bir donukluk vardı. Bir şey anlar gibi oldu. İşin sırrı - o eksikliğin - buradaydı galiba. Okşanmamış, çiçekleri öpülmemiş Kütahya vazoları; bir kadın yanağının sıcağını duymamış aynalar; tavanın, uzun uzun seyredilip düşlere dalınmamış oymaları; kilimlerin nakışları, ''galiba galiba... boşuna bir güzellik, renklilik, aydınlık, ferahlık.'' Her şey kendi kendine, konduğu yerde duraduruyordu.'' (Sayfa 24 - Bozbulanık\ Boşlukta Mavi)


''Bir şey susuyordu. Uzun uzun, geniş geniş, güneşli, hafiften esintili bir şey -insanı deli edercesine vınlayarak- susuyordu.'' (Sayfa 24 - Bozbulanık\ Boşlukta Mavi)


''Bizim kuşak erkekleri niye böyle?.. Hiç çelebisine rastlamadım. Çoğu Amerikan işi Jön rolünde! Biz neyiz ya? Geç Allah aşkına.'' (Sayfa 36 - Bozbulanık\ Bozbulanık)


''O şarkıyı duyduğum zaman heyecanlanıyorum. Gözlerimi kapayarak dinliyorum. İnsanın içine işleyen bir ses bu. İçinden uçuk sarı ışıklar geçen esmer bir ses. Bana, bazı bazı güneybatıdan esen, o mahzun rüzgarı hatırlatıyor. O, benim sevgilimin sesi değil. Ne söylediğini bile bilmiyorum. Gözlerimi kapıyorum. Ben sessiz ve önemsiz bir kızım. Yalnız. Çilli burnum ve soluk yanaklarımla... O, Kaliforniyalı genç bir adam herhalde. Ya da başka bir yerden. Belki Kansaslı. Belki de Filadelfiyalı. Buğday renkli ve dalgın bakışlı. Yalnız ve üzgün. Bana dokunan bu işte. Onu kendime yakın buluyorum. ''Mona Lisa'' dediği zaman ağlamak istiyorum. Bir kıza seslendiğini, bir aşk şarkısı söylediğini anladığım halde, başka şeyler geçiyor içimden.'' (Sayfa 68 - Bozbulanık\ Narin)


''Kadınlar bilirim, kabadayı ve yırtıcı görünüşlerinin, boyaların, kokuların altında ürkek, yalnız kadınlar.'' (Sayfa 70 - Bozbulanık\ Narin)


''Belki de bende bir sanatçı yaradılışı var, ama bir sanatçı değilim.'' (Sayfa 92 - Bozbulanık\ Kurumak)


''Üstelik ben o güzel kızı da beğenmedim de. O kız 'Dergi' eve geldiği zaman kapının arkasına saklanıp korkutmasını ve o yara izine bir öpücük kondurmasını da bilemez. İşte böyle bacak bacak üstüne atıp kurulur.'' (Sayfa 102 - Bozbulanık\ Keklik Türküsü)


''Aşkı, neden sevinçle, neşeyle karşılamıyorlar? - Neden sevinçten birbirlerinin boyunlarına sarılmıyorlar? - Beraber olunca kentin değişeceğini, gece vakti havagazı ile yarı aydınlatılmış yokuşların masal havası estireceğini, geceleri gökyüzüne çizilen ışıklı pencerelerin çok güzel görüneceğini, kentin, büyük, yok edilemez gücüyle onları koruyacağını düşünemiyorlar mı? - Ne fena, ne fena - somurtuyorlar? Neden böyle yapıyorlar?'' (Sayfa 116 - Topal Koşma\ Susuz 1)


''Yıllar, birçok şeyi beraber götürerek, dönmemecesine geçip gitmiştir bir kez. Yeniden de kurulamaz çünkü... Böylece herkes, her kuşak kaderini yaşar.'' (Sayfa 118 - Topal Koşma\ Susuz 2)


''Herkesin büyük yeteneği yoktur ki Ahmet. Büyük olan, yeteneğini ölçüp biçip kullanabilmektir belki.'' (Sayfa 126 - Topal Koşma\ Susuz 3)


''Kendindeki yeteneğin bilincinde olup da toplumdaki yerini bulamadın mı b*ku yedin demektir.'' (Sayfa 127 - Topal Koşma\ Susuz 3)


''Düşünme düşünme şekerim. Dünya bu işte, neylersin.'' (Sayfa 133 - Topal Koşma\ Susuz 4)


''Meli'nin bir aşk tanımlaması var. Sanırım şöyle: Aşk kadınla erkek arasında, fizik ve ruh bakımından, yaşama bağlanış ya da yaşamı anlayıştaki anlam birliğidir. Yanlış bu. Aşk tanımlanamaz bence. Bu evliliktir.'' (Sayfa 139 - Topal Koşma\ Susuz 5)


''Halden anladıkları yerde ben, anlayışsızlıklarında boğuluyorum.'' (Sayfa 167 - Topal Koşma\ Susuz 7)


''Duygular içindesin. Mariz bir duygusallık. Hala liseli kız romantizmi. Duygulanışlar! Hayır. Duygularını düzene koymayı, onlara sahip olmayı bilmiyorsun. Kader-kısmet demek kolay geliyor...'' (Sayfa 185 - Topal Koşma\ Susuz 8)


''İşte diyelim hiç kimseyi sevmedim. Sevmek benim hakkım değil mi? Kimse de çıkıp beni sevmedi. Niçin? Bunu nasıl irademle elde edebilirim? Peki niçin? Kader işte bu.'' (Sayfa 187 - Topal Koşma\ Susuz 8)


Arkadaşım, ''Sen sulugöz olmuşsun'' dedi. Bunun sinirden olduğunu söyledi. Sonra gazetede okuduğu bir yazıyı anlattı. Ağlamak gözlere iyi geliyormuş. Yazıyı yazan, ''Ağla ağla da için açılsın'' sözünün de doğru olduğunu yazmış. Burnumu çekerek, ''İyi'' dedim ben de. (Sayfa 213 - Menekşeli Bilinç\ Varım Diyorum İnanmalısınız)


''Çocukluğumdan bu yana sürdü geldi benim yabanlığım.'' (Sayfa 235 - Menekşeli Bilinç\ Giderek Daha Güçlü)


''Onlara, ileri hayvanlar olmaktan çıkıp insan olmalarını öğütledim.'' (Sayfa 238 - Menekşeli Bilinç\ Giderek Daha Güçlü)



Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



Popüler Yayınlar