Gecenin bana iyi gelen, beni teskin eden bir yanı var. Hele de gece havası. Böyle usul usul tenime değiyor ya, bazen başımın sızladığını bile anca o zaman anlıyorum. Böyle anlarda ne Ay'a, ne de yıldızlara bile gerek yok. Gece, kendine has sesiyle bana sarılıyor, sarılıyor. Sanırım en çok da bu nedenle onu seviyorum.
Dün akşam bir film izlemek istemiştim ama... Sanırım canım o kadar da istememiş. Bir film listem var o ayrı, yine de pinterestte ve ınstagramda karşıma filmler çıkınca dayanamıyor onları da kaydediyorum. Yine bunlardan birini izleyecektim. Taaa öğlen karar vermiştim. Sonra akşamın ilk anlarında, yok ben bilindik sularda yüzeyim, bizim Amelie'yle rastlaşalım dedim. Amelie'yi çok severim. O filmi düşündüğümde bile bazı sahneleri zihnimde canlanıyor. Yine de onu da izlemek istemedim çünkü canım kahve içmek istedi. Dur ben kahve içerim birazdan, bırak şimdi filmi dedim. :)
Kahve de içmedim ama yeni bir kitaba başladım. Önce Yıldız Tozu'ndan devam edeyim dedim. Daha giriş sayfasından yüreğim pır pır oldu. Hatta birazdan hikayemde de paylaşırım, hımmm havalı duruyor bu çizimler dedim. Paylaşmadım. Zaten kitabı da okuyamadım. Nedense kafamı veremedim işte. Önce müzikle okuyordum, dedim acaba ondan mı... Sonra müziksiz okuyayım dedim, yok, daha öykünün başladığı mekanı kafamda canlandıramıyorum (bir de detaylı anlatılmış üstüne). Bu kadar renkli bir kitabı oku geç yapamam, dursun kenarda, romantik yanım yanıp tutuşurken yhhaaaa demek için okurum bunu dedim. Sonra...
Kitaplığa baktım baktım. Koca kitaplıkta kitap bulamayacağım diye çok korktum. Hani bazen film izlemek istediğinde de olur ya, izleyecek film ararken çok zaman geçer ve hevesin kaçar da bir şey izlemezsin. Öyle olacak sandım. Olmadı. Devam eder miyim şimdi bilmemekle birlikte, Agatha Christie'nin Yedilerin Gizemi isimli kitabına başladım. Kitabı elime alıp biraz inceledim önce. Hey gidi, dedim. Çünkü bu kitabı asırlar önce bir kitap fuarından almıştım. Hatta kitabı bile benim yerime başkası seçmişti, tanımadığım bir kız. Agatha Christie okumayı çok seviyordum o sıra ama okuduğum tüm kitaplarını kütüphaneden okumuştum. Elimde sevdiğim bu yazarın kitaplarından olsun istesem de, bir türlü hangisini seçeceğime karar veremiyordum. Kızın nasıl göründüğünü, ne konuştuğumuzu hatırlamasam da, o stantta kitap bakan ben yaşlarda bir kız daha vardı. Ona dört beş Christie kitabı seçtirmiştim, evet hepsini ona seçtirmiştim ahahahah, sonra da o kitapları almıştım (o yıllarda fuarın tadı vardı, birileriyle ve yalnız birden çok kez giderdim). Agatha'nın her kitabını severim diye düşündüm herhalde, ondan takmadım. Kız da şaşırmıştır muhtemelen. Benim için hoş bir anı hala daha. Sonra kızla Agatha kitapları hakkında da konuşmuştuk sanırım. Acaba şimdilerde neler yapıyor, hala Agatha'dan okuyor mu?
Sonra... bir cumartesi akşamı yatağında uzanıp öylece, sessizce ve kalbindeki bu tatlı hatırlayış hissiyle kitap okumanın ne hoş olduğunu düşündüm.
Sonra geçti. Tüm fazla hislerim. Kitap okumak insanı gerçekten sakinleştiriyor olmalı.
Gündüz bu hissi alamıyorum ama. Gece başka. Gece sanki, adını tam koyamasam bile, sadece bana ait olan bir şeylerin varlığını hissetmemde bana yardımcı oluyor. Daha umutlu, daha inançlı, daha kendim oluyorum. Daha güçlü hissediyorum. Bazen ağlasam bile, bazen iyi hissetsem de, bazen korksam da, bazen kırgın olsam da, bazen bir şeyleri çok istesem de, bazen her şeye yüz çevirsem de... gece bana kendimi hep güçlü hissettirir.
İnsanlar genelde her yeni günün, gün doğumunun, umut verdiğini söyler. Oysa, tam öncesi daha güzeldir benim için. Çok çok uzun süredir bunu yapmadım ama... Bir yıl özellikle alarm kurup bunu yapardım. Hiçbir nedenim yokken evet, sabaha karşı kalkıp geceyi izlerdim. Yıldızlar henüz kaybolmamışken... güneş henüz bizlere gülümsemiyorken... kuşlar uzaklarda, insanlar sessizlikteyken... sadece ben vardım, bir de gece. Yani sanki, öyle gibiydi. Öyle büyülü. Sonra yıldızlar tek tek kaybolurken, sesler başlardı. İnsanlar güneşle birlikte uyanırdı. Hayat uyanırdı. Böyle anlarda hüzünlü bir yan bulan bir yanım var. Bu tam olarak ne açıklayamasam da, ben bu andan bir an öncesini hep daha çok sevmişimdir. Neden bilmem.
Belki de bundan olacak, gün batımlarını da doğumlarından daha çok severim. Gün doğumu derli topludur sanki. Oysa gün batımı, dağınıktır. Son ışıklar her yere saçılır. Gün doğumu naziktir. Tatlı bir esinti gibi usulca gelir. Gün batımı ise şenlikli oynamalı gider. Ben gidiyorum ahali, hoşça kalın der gibi. Tüm haşmetiyle.
İki güneşi olan bazı gezegenler varmış. Nerede okumuştum veya görmüştüm hatırlamıyorum. Ama uzayla ilgili her şey ilgimi çeker. İki büyük enerji kaynağına sahip bir gezegen. Hep ışıl ışıldır herhalde.
Küçükken Amerika benim için fantastik bir yerdi. Burada geceyken orada gündüz, orada gündüzken burada gece olduğu bilgisini bir yerden edinmiştim. Artık ne sanıyordum bugün tam anımsamamakla birlikte, burada güneş battığında orada bir anda ceee eeee yaptığını (ah tabi tam olarak böyle ifade etmezdim bebek de değildim ya sonuçta!) düşünüyordum. Sanki burada battığı an orada beliriyor gibi. Dünyanın dönmesiyle değil de, ışınlanmayla gibi falan ahahahah.
Hala daha bazı ülkelerin bizden saatler önce veya sonra yeni yılı karşılamaları bana garip gelir (tabii bugün artık ışınlanan güneş'e inanmıyorum).
Güneş'imiz hep parlasın. Yoksa gecenin güzelliğini anlamazdık. Ve gece çooook üşürdük, vallaa.
bana gün doğumundan hemen öncesini anımsatan bir parça.
"Oysa gün batımı, dağınıktır. Son ışıklar her yere saçılır."
YanıtlaSilBu tanımlamaya bayıldım, çünkü güneş batımlarına neredeyse bir çok ülkede denk geldim ve daima büyülü bir atmosferi olduğu fikrindeydim. Bulutların arasından süzüle süzüle her bir uzak noktaya varlığını hissettiren güneşin, az sonra tamamen kaybolacağı ve dünyayı dümdüz koyu bir rengin saracağı duygusunu ortaya dan diye koyar. Velhasıl okuması çok keyifli bir yazı olmuş. <3
Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim. :) Gün doğumu o sessizlikten de ileri gelen bir şekilde sanırım, daha sakin. Gün batımı ise, etraf sessiz sakin olsa bile, bir günün sonu olduğu için belki de, daha yoğun gelir bana. Bir de tabi Güneş'in rengini daha baskın yayması meselesi var. :) Benim gün batımını daha çok sevme nedenim ise muhtemelen ardından geceyi getirmesi. Farklı mekanların içimize doldurdukları hisler de farklıdır pek tabii.
Silgündüz topluma gece bize ait sanki, gece kendimizle olabiliyoruz ve herkes uyurken zaman çalıyormuş gibi oluyoruz, gece insan öğreniyor okuyor çalışıyor hayal kuruyor :) gündüz daha çok dışa dönük sosyaller için gibi :) kitap fuarları güzel değil mi artık yaa niye öyle ki :)
YanıtlaSilGece bir de bir şey yapmak zorunda değilsin yani. Gündüz yapmadığında bi suçluluk olur da :) Gece yapmazsan yapma kime ne, oh mis keyfine bak. Herkes susmuş gitmiş uyuyor. Zaten gökyüzünü de gece ayrı severim. İzlemesem de severim :) Rahatsın yani.
SilKitap fuarına valla en son geçen yıl mı ondan önceki yıl mı ne gittim de cık cık cık yani. Mahvetmişler! :(( Zaten kitap fuarından kitap almak çok da akıl karı değil bence artık (nette daha ucuz bulmak çoook olası da...). Yani bari ortam olsa... Çoğu yayınevi artık yer kirası ödememek için mi nedendir bilmem zaten katılmamıştı. İzmir bir de yani, kitap fuarları cidden başkaydı. Lisede ve hatta üni'nin ilk yıllarında hep firesiz gittim. Hem de birkaç kez giderdim sadece vakit geçirmek için de... Artık gitmiyorum. Bu yıl da zamanı sanırım. Nisan'da olurdu hep. Ama zaten artık Konak'taki alanda değil Gaziemir'de oluyor herhalde. Gitmediğim arada bi ara orada oluyordu, şimdi temelli mi taşındı dediğim gibi emin değilim. Sahaf kısımları dikkate değer tabi. En son gidişimde de orayı sevmiştim en çok ama baktım sadece :) çünkü sahaftaki fiyatlar bile (ki ikinci el yani) nete göre pahalıydı bence. Ya da ben iyi gezmedim çok bilemiyorum. Velhasılkelam, üzücü bir durumdu benim için...
netten alışveriş her türlü üründe daha ucuz gibi artık :)
SilEvet bence de :)
Silo kitap bu kitap o film bu film o şarkı bu şarkı gezmek ne hoş bişi ki :) onu eline almak bırakmak filan mutluluk :) the outrun (2024), ben de bir film şey etmiş olayim :)
YanıtlaSilTamam not alıyorumm teşekkürler :)
Sil